29 Şubat 2008 Cuma

Peşimi bırak artık, lütfeeennnnn....




Biraz gözünüz, gönlünüz açılsın istedim bu akşam. Benim açıldı ya, sizin ki de açılsın. Tatlılar peşime düştü de yine...Nedir bu çektiğim senden! Benim peşimi bırak artık, lütfeeennn, ne olur! Sürekli arka arkaya gelen programlar, gezmeler yüzünden bu aralar sürekli peşimdesin. Kendisine olan zaafımı da biliyor ya, bu ona yetiyor. "Tatlı" seninle bu kadar sohbet yeter. Evet hayatımda bırakmaya çalıştığım çok önemli bir şey var o da "Tatlılar". Maalesef uzun süre ara veremiyorum ona. Bir süre "tamam, artık bu günden itibaren tatlı bir şey yemeyeceğim" diye kendi kendime söz veriyorum, sonra tekrar başlıyorum. Yalnız beni tekrar başlamaya iten maalesef bana yapılan günahsız davetler.
Bu aralar her haftasonu bir yere davetliydik. Mesela bu akşam ve yarın akşam yine davetliyiz. Bu akşam gittiğimiz yerde kesin tatlı birşeyler ikram edilecek, bunu biliyorum. Yarın akşam da bir akrabamızın nişan yemeğine davetliyiz. Maalesef bende bu aralar ikram edilen tatlıyı yememe gibi bir geri çevirme olayı yok. Bunu yapabilmeliyim aslında...Ama belki aranızda benim gibiler de vardır; yani tatlı bir şey kendisine ikram edildiğinde geri çeviremeyenler. Bende bu gruba maalesef giriyorum, istemeyerek.
Aslında "beyaz şeker" için, "beyaz zehir" tabirini kullanıyor bazı doktorlar. Başka bir gün bununla ilgili de sizlere ayrıntılı bilgi vermek istiyorum. Beyaz zehir hakkında; bize, vücudumuza verdiği zararlar hakkında...
Ben şekerin bu zararları konusunda bilinçli olduğum halde, yine de bırakmayı beceremedim. Ama artık her istediğim zaman değil, sadece dışarıda yemek yediğimizde ya da davet edildiğim ev ortamlarında yemeğe çalışıyorum dersem birazcık yalan söylemiş olurum. Arasıra evde kendimiz için masum tatlılar yapıyorum ve bir güzel yiyorum.
Lütfen; aranızda "Tatlı" ile ilişkisini kesmiş, bitirmiş ya da nasıl bitireceğini bilen birileri varsa bana yardım etsin, ne olur. Bundan kurtulmam lazım; çünkü 6-7 kg. vermem gerekiyor, acilen.
Diyorum ve bu akşam acaba evine gittiğimiz arkadaşımız bize ne ikram edecek diye de düşünmeden kendimi alamıyorum.
Son olarak da; "tatlı yemeyenlere, onu sevmeyenlere" imreniyorum...

27 Şubat 2008 Çarşamba

Kararsızım, neden?



Kitap okumak istiyorum... Yeni bir kitaba başlamam lazım; ama kararsızlıktan maalesef henüz başlayamadım. Nedir bu karasızlık ?Neden dir?Anlayamadım gitti..."Yazarlar da güzel ve sürükleyici kitaplar yazmasınlar, ben de böyle kararsız kalmayayım" dedim, derim de...Hep onların yüzünden bu kararsızlığım. Bir kitabı bitirmeden, başka bir kitaba da başlayamıyorum. Oysa bir kaç kitabı bir arada okuyanlar var. Nedense ben denedim ve olmadı; kafam karıştı. Kitapta anlatılanlar diğerlerindeki olaylarla karıştı ve ben de bıraktım, vazgeçtim. Artık bir tane kitap okuyabiliyorum; bitince diğerine başlıyorum; eğer karar verebilirsem tabiki de...

Neyse buna da şükür...En azından okuyabiliyorum, yani kitap okumayanlarda var aramızda nede olsa, değil mi? Ama inanın ki; "kitap okuma alışkanlığı" çocuk yaşta öğretilmeli. Belirli bir yaştan sonra öğrenilmesi çok zor olabilir. Tıpkı benim gibi; ben çok geç yaşta başladım. Ama okul yıllarımda bol bol ders kitaplarımı okumuştum; ders çalışırken. Sanırım ders kitaplarımla fazla boğuşmaktan, diğer konularla ilgili kitapları okumaya fazla fırsatım olmadı ya da ben istemedim herhalde. Ama bu konuda asıl görev; annelere, babalara ve sınıf öğretmenlerine düşüyor. "Diş fırçalama" alışkanlığını öğretmek gibi bir şey bu da. Anne ve babalar çocuklarına kitap okumayı sevdirmek, öğretmek zorundalar...Yani geç başlamış olmam, benim suçum değil...
Aslında keşke ilkokulda iken başlasaydım, çünkü zor alıştım "kitap okuma" olayına...En çok da bana bunu sevdiren Edacığım' dır. Ama önemli olan hayatta zoru başarmak değil midir? Cevap: (Evet) olacaktı sanırım. Ben de bunu yaptım; böyle kendime pay çıkarırım işte. Kitap okuma alışkanlığımızı geliştirelim, eğer yok ise henüz geç değil, siz de başlayın, deneyin. İnanın daha önce neden başlamadım diye, benim gibi pişman olacaksınız...

İnşallah karar verip, yeni kitabıma başlayacağım; sizce ?

26 Şubat 2008 Salı

Şanslıyız; çünkü...

Hayatımda iki defa balık besleme şansım oldu. Ama ikisinde de başarılı olamadım. Birini ise kızkardeşlerim (ikiz olanlar) almıştı bana, doğum günü hediyesi olarak. İki tane çok tatlı, turuncu japon balığı...Ne kadar da tombiş ve tatlılardı ama ne yazık ki, onları yaşatmayı beceremedim...Bir gün eve geldiğimizde ikiside ölmüştü. Doğum günümde verilen en güzel hediyelerden biriydi balıklarım ve fanusu. Çok üzüldüm...Minicik iki balık diyeceksiniz belki...Üzülmeye değer mi? Ama ne yazık ki canlı olmaları yetiyor bana, ölümleri üzüyor beni...
Eğer hayatımızdaki ailemiz, sevdikleriniz hayatta ve sağlıklı ise; uzakta ya da yakında olmaları farketmez. Bence mutlu olmamız için sadece bu yeterli olmalı, çünkü her an insan sevdiği birini kaybedebilir, onu bir daha göremeyebilir...
Bilmeliyiz ki; eğer şu an bir kahve içiyor, ya da çok komik bir filme gülebiliyorsak çok şanslıyız; çünkü hayattayız, yaşıyoruz demektir...
Bugün sadece bunu düşünerek bile, hayata gülümseyebilirsiniz...




24 Şubat 2008 Pazar

Çok güzeldi...

Canım benim ellerine sağlık, herşey ne kadar da güzeldi...Harika bir doğum günü partisi oldu, çok güzel hazırlanmışsın. Ama emin ol ki; yorgunluğuna değdi. Tabiki oğlun için, küçük prensin için, değil mi? O çok mutluydu; hediyelerinden de en çok oyuncakları beğendi. Teyzesi de ona bundan sonra hediye olarak oyuncak alacak. Sanırım çocukları en çok oyuncaklar sevindiriyor ve etkiliyor. İyi ki bizde oradaydık ve hep birlikte Gürkan'ın doğum gününü kutladık, çok güzel bir akşamdı. Herşey için tekrar teşekkürler, canım benim...


Minik prensimin, Gürkan'ın doğum günü pastası da bir harikaydı...
Nice mutlu yaşlara, nice mutlu yıllara minik prensim...




23 Şubat 2008 Cumartesi

Sevgiyle ve özlemle anıyorum...


İki güzel eserini de zevkle ve heyecanla okumuştum. Fakat tekrar okumayı düşünüyorum. O kadar güzeldi ki. Zaten onun; yaşadıklarını yada gerçek hayatta yaşanmış olayları anlatan başka eseri yok ki! Olamaz da... Çünkü o artık dünyada değil, keşke yaşasaydı…

O başarılı bir yazar, iyi bir eğitmen, profesör, filolog ve mükemmel bir çevirmen. 1915 yılında İstanbul’da doğmuş, 2000 yılında da maalesef vefat etmiştir. O anılarını ve hayatını yazmaya seksen iki yaşında başlamış. Bence çok geç bir yaşta yazmış iki önemli ve güzel eserini. Keşke daha önce yazsaymış. Böylece arkasında daha fazla güzel ve anlamlı eserlerini bırakmış olacaktı. Neden bu kadar çok geç yazmaya başladığını çok merak ediyorum. Böyle bir yetenek bu kadar saklanır mı? Ama anılarını anlattığı kitabının ilk paragrafında Mina Urgan şöyle demiş; “İhtiyarlar ne yaparlar? Anılarını yazarlar.” Belki de bu yüzden bu kadar bekledi; sekseniki yaşına kadar…Ayrıca; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden emekli olan, Prof.Dr Mina Urgan ülkemizde “İngiliz edebiyatının duayeni” olarak anılır. Kendisi; birçok ünlü yabancı yazarların eserlerinden çeviriler de yapmıştır.

Ayrıca “Bir Dinazorun Anıları”(1998), “Bir Dinazorun Gezileri”(1999) olmak üzere hayatını ve anılarını anlattığı iki eseri vardır. Bu eserlerini çok büyük zevkle okumuştum. Aslında bu kitapları ben kendim tercih etmemiştim. Bana öneren, okumamı sağlayan kişi canım kuzenim Eda’dır. Mina Urgan, yazar olarak benim daha önce hiç dikkatimi ve ilgimi çekmemişti. Eda’nın önerisi üzerine okumaya başladım. Önce “Bir Dinazorun Anıları”nı okumaya başladım. İnanılmaz derecede keyif alarak okuyordum. Kitapları bitirdikten sonra Eda’ya teşekkür etmiştim, çok güzel bu iki kitabı okumamı sağladığı için. Ben zaten biyografi yada yaşantı olan eserleri seviyorum ve okuyabiliyorum. Gerçek olmayan, yaşanmamış olayları anlatan; hikayeleri yada romanları nedense okuyamıyorum. Sanırım hayal ürünü olan, yaşanmamış olaylar benim ilgimi çekmiyor. Yaşanmış, gerçek olayları, anıları, hatta; eski yıllarda benim dünyada olmadığım dönemlerde yaşananları, anlatan kitapları okumaya bayılıyorum. Benim acayip ilgimi çekiyor böyle kitaplar…Yaşamadığım dönemdeki olaylar ve insanlar hakkında fazlasıyla bilgi alabiliyorum böylece. Geçmişte farklı kültürlerde, farklı ülkelerde yaşanmış olaylar ve anılar beni büyülüyor. Okurken beni o döneme, o yıllara, eskiye götürüyor. Bir kitabı okurken; bu duyguyu hissetmek çok güzel bir şey …

Daha sonra “Bir Dinazorun Gezileri”ni okudum. Bu kitabında ise Mina Urgan yaşamı boyunca gezdiği, gördüğü ülkeleri, şehirleri çok akıcı bir dille anlatmış. Ben çok etkilendim bu iki eserinden de. Kitabını okurken; onunla benzer olan o kadar çok yönümüz var ki, bunu keşfettim. Belki de bu yüzden onu çok sevdim; tanımadan, konuşmadan sadece hayatını ve anılarını okuyarak. Kendini o kadar samimi, doğal ve açık bir şekilde anlatmış ki; onu tanımama hiç gerek kalmadı zaten.

Benim gibi o da bir kedi aşığı, kedisever. İnanılmaz derecede denizi ve denizde yüzmeyi seviyor. Kışın bile; çok soğuk havalarda denize olan özleminden dolayı yüzmüş, inanılır gibi değil! Dürüst ve korkusuz; onun dönemindeki yaşanan kötü olaylar bile onu yıldıramamış. Kendi doğrularını sonuna kadar savunan, açıksözlü, çok yardımsever biri. Kendisiyle dalga geçebilen, kendini eleştirebilen, hayatınının çoğunu gezerek, öğrenerek geçirmiş birisi o. Yurt dışında uzun süreler yaşamış, ama bunları yaparken hiçbir zaman çok parası olmamış. Hep isteklerini ve ihtiyaçlarını zorluklarla yerine getirebilmiş. Çok gezmiş, çok görmüş ama hep az parayla. Karakteri çok farklı, çok değişik bir kişilik “Mina Urgan”. Keşke hayatta olsaydın, keşke bizler için yeni kitaplarını yazsaydın, ne kadar çok isterdim bunu. Onu buradan rahmetle, sevgiyle ve büyük özlem ile anıyorum, toprağı bol olsun...
Eğer sizde biyografi yada yaşantı eserleri seviyorsanız; “Mina Urgan”ın kitaplarını mutlaka okuyun derim; eminim ki seveceksiniz, benden sizlere güzel bir tavsiye…

21 Şubat 2008 Perşembe

Sarı mı yoksa pembe mi ?...


Arasıra hep düşünmüşümdür, dünyadaki bazı şeyler, bazı canlılar neden bu renkde diye…Hep cevapsız soruları nedense merak ederim, bayılırım bunu yapmaya. Çam ağaçları neden yeşil? neden sarı değil diye? deniz neden mavi? neden mor değil diye? yumurta neden sarı? neden pembe değil diye? Hep yeryüzündeki canlıları ve tabiatı sorgular, hayalimde onların renklerini değiştiririm. Renkleri şu renk olsaydı acaba nasıl olurdu diye kendi kendime düşünürüm. Sonuçta her şeyin bir rengi var, bunu asla değiştiremeyiz, tabiki de bunu biliyorum.

Ama yinede bir gün uyandığımda; günesi mor, gökyüzünü pespembe, toprağı masmavi, bardağıma koyduğum sütü lila rengi görmek isterdim. Düşünsenize bir gün sahanda yumurta yapacaksınız; yumurtayı kırdınız ve pembe renk bir yumurta düştü sahanın içine; ne yapardınız? Ben çok sevinir, mutlu olurdum. Çünkü tavuklar çeşit çeşit ama yumurtaları tek renk; yani sarıdır, inekler çeşit çeşittir ama sütleri tek renk yani beyazdır…

Bu bir hayal; biliyorum ama doğayı ve bazı şeyleri farklı renklerde düşünmek bile bana inanılmaz keyif veriyor. Ama ben zaten rüyalarımda onları farklı renklerde gördüğüm için, pek de aramıyorum açıkçası. Dünyadaki bazı şeylerin rengi aynıdır, değişmez ve değiştiremezsiniz; ama rüyalarınızda bunu istediğiniz renkte görme şansınız olabilir, benim rüyalarımda olduğu gibi…

Umarım sizde bir gün rüyanızda sarı renkte bir çam ağacı yada, pespembe bir gökyüzü görebilirsiniz. İnanın bu çok güzel bir duygu, sanki farklı bir dünyada olmak gibi bir şey…

20 Şubat 2008 Çarşamba

İyi ki doğdun...

zwani.com myspace graphic comments
Myspace Happy Birthday Comments

Bugün doğdun biliyor musun? Bugün tam iki yaşına girdin, ama ilerde büyüdüğünde maalesef bu yaşını hiç hatırlamayacaksın. Çünkü nedense bu yaşlardaki hatıralarımızı, yaşadıklarımızı hiç hatırlayamıyoruz. Keşke unutulmasa değil mi? Bebekliğimizi, çocukluğumuzu, o yaşlarımızda neler yaptığımızı bir hatırlayabilseydik, ne güzel olurdu değil mi?

Ben çok isterdim; üç yaşımda yada beş yaşımda nasıldım? Nelerden hoşlanır yada hoşlanmazdım, neler yapardım? Ses tonum nasıldı, nasıl konuşur ve nasıl gülerdim? Hep bu yaşlarımı bana annem, babam yada babaannem anlatmıştır; ben çok fazla bir şey hatırlamıyorum, o yaşlarımla ilgili. Zaten bebekliğimle ve çocukluğumla ilgili pek fazla fotoğraflarım da yok. Olanların çoğuda kaybolmuş ve bizler tarafından küçükken parçalanmış. Dört kardeş olduğumuz için hafiften yaramazmışız da...

Aslında bu yaşlarımda iken keşke kamera olsaydı ve ailem beni ve kardeşlerimi bol bol kamera ile çekseydi...Bunu çok isterdim; en azından hayatımdan bazı kesitleri az da olsa izleme şansım olurdu... Bu yüzden bazı çocuklar daha şanslı; artık kameralar ve inanılmaz net çeken fotoğraf makinaları var. Ama anne ve babaları bu işi üstlenirlerse; o çocuklar şanslı olacaklar tabiki de...

Kuzenim Gamze'nin oğlu "Gürkan"; onun bugün en mutlu günü, onun bugün doğumgünü... İyi ki doğdun, iyi ki ailemize katıldın Gürkancığım. Doğum gününü kutluyorum, daha nice yaşlara sağlıkla, mutlulukla ailenle birlikte...

"Seni çok seven" teyzen...

18 Şubat 2008 Pazartesi

Can' ıma çok geçmiş olsun...


Bugün öğrendim; çok sevdiğim, canım arkadaşım Sinem'in oğlu "Can" ameliyat olmuş. Henüz dört yaşında Can...Daha çok küçük, çok tatlı bir çocuk o. Ben onun manevi teyzesiyim. Sinem'i aradım, konuştuk ama yinede buradan Can'ıma geçmiş olsun dileklerimi tekrar iletmek istiyorum;

-Can'ım beni duyuyor musun?
-Çabuk iyileş Can'ım , tamam mı?
-"Seni çok seviyorum".
-Teyzen senin için çok üzüldü, tamam mı?
Ama annen ile konuşunca içim çok rahatladı.Çok tehklikeli ve endişelenecek bir şey yokmuş. Çok geçmiş olsun Can'ıma; buradan öpücüklerimi yolluyorum ona...

Normalde ben her nedense genelde kız çocuklarını daha çok seviyorum, daha çok düşkünüm. Yeğenlerimden dördü de kız, sanırım bu yüzden. Ama Can'ı görür görmez; ona hemen ısındım, onu çok sevdim. O çok tatlı ve çok şirin bir çocuk, ayrıca ilerde kesinlikle çok yakışıklı olacak...
Bu arada iki tane de erkek yeğenim var; birinin adı "Derin", diğerinin adı da "Gürkan". İkisinin de benim için yeri ayrı ve farklı. Derin'in yengesi oluyorum, o çok tatlı ve çok şeker, onu da çok seviyorum. Gürkan ise benim kuzenimin oğlu, onun da teyzesi oluyorum. O da inanılmaz şeker bir çocuk. Doğduğunda simsiyah saçları vardı ve yüzüde inanılmaz kırmızıydı. Yani onu yeni doğduğunda beğenmemiştim. Ama inanın ki; ilerleyen aylarda "Gürkan" büyüdükçe; teninin rengi açıldı, saçlarının rengi sarardı. O şimdi bembeyaz tenli ve sarışın bir erkek çocuğu oldu...Çok tatlı ve çok uslu maaşallah. Bize geldiklerinde; hiç yaramazlık yapmıyor, söz dinliyor ve annesini hiç üzmüyor. İnşallah ilerde de böyle olur...

Derin'in bebekliği de bir harikaydı. Sarışın ve kabak bir bebekti; ben saçı olmayan, kabak kafalı bebeklere bayılırım. Nedense saçlı bebekleri pek sevemiyorum. Bebeklerin saçları olmadığı zaman, bana onlar "bebekmiş" gibi geliyorlar...

Derin'in annesiyle(Deniz) birlikte gezerken bir çok kişi Derin'in fotoğrafını çekmek, kucağına alıp sevmek istiyordu. Hatta bir gün bir AVM'ndeydik ve yanında hamile olan eşi ile birlikte olan bir bey yanımıza gelerek; Deniz'e, Derin'i severek şöyle demişti:
-"Benim eşim de hamile, bir erkek bebek bekliyoruz; inşallah bizim oğlumuz da böyle tatlı ve güzel olur. Oğlunuz inanılmaz, harika bir bebek." Bende bunun üzerine Deniz'e :
-Bu çocuğa nazar değecek, bence onu artık bebek arabasından dışarı çıkarmayalım, kimse görmesin " demiştim...
Gerçekten çok değişik ve tatlı bir bebekti, hala da öyle...

16 Şubat 2008 Cumartesi

1001 adet sevgi dolu güller...


Bugünkü yazımı farklı bir şekilde sizlere sunmak istemiştim. Ama sanırım istediğim gibi olmadı. Yazımı bir gazete sayfasının içinde yazmak istedim. Görüldüğü üzere; yazımı biraz okumak zor olacak sanırım, harfleri maalesef büyütemedim, lütfen kusura bakmayın, olur mu? İnanın ben bile okurken zorlandım; inşallah okuyabilirsiniz...

Okuyucuya minik not:
Gazete yazısının üzerine tıklatırsanız eğer yazı büyütülüyor, böylece daha rahat okuyabilirsiniz...

Herkese mutlu, neşeli, çok güzel bir haftasonu diliyorum...

Sevgiyle kalın...

{E}

14 Şubat 2008 Perşembe

Havalar bir ısınsın da...

ImageChef Custom Images


İstanbul seni yine çoookkkk özledim. En son Ekim 2007 de görüşmüştük ama havaların ısınmasını beklemem lazım seni görmek için diye düşünüyorum. istanbul'u gezmeye, orada vakit geçirmeye doyamıyorum. En son gittiğimizde 4 gün kalmıştık; halbuki zaman orada o kadar çabuk geçiyor ki, hiç bir şey anlamıyorsunuz, günler hemen geçip gidiyor. Ama biz yinede en güzel yerlerini gezdik. En çok da Boğazda yaptığımız tekne turu bir harikaydı. Tabiatı ve doğası bir harika, Boğazda 4-5 defa bile tekne turu yapabilirdim aslında. Yalnız hava bir kaç gün yağmurluydu, o yüzden açık havada gezemediğimiz yerler oldu. Bizde o zaman yeni açılmış olan AVM'lerini gezdik.
En güzeli "İstiye Park AVM'ydi. Eğer kışın İstanbul'a giderseniz mutlaka bu alışveriş merkezini görün derim. İçinde "İstinye Pazarı" denilen bir küçük pazarı bile var. Mesela balık satan bir dükkan var ve ayrıca bu dükkanda balık da pişirilip ikram ediliyor. İstediğiniz balığı orada yiyebiliyorsunuz. Pazarın içinde satılan ürünler ve bu ürünlerin hazırlandığı, ikram edildiği birde restaurant ve cafeler var . Çok değişik harika bir pazar orası...


İstanbul'da gezdiğim yerleri anlatsam zaten sayfalar yetmez; bu yüzden kısaca özetlemek istedim. Ama hiç İstanbul'u görmediyseniz; lütfen biraz zaman ve biraz da paranızı ayarlayın ve en kısa sürede İstanbul'a gidin derim...

İstanbul'a giderseniz bu aralar; benden selam söyleyin, yakında onu ziyarete geleceğim, havalar bir ısınsın da öyle, o beni beklemeye devam etsin, sakın bir yerlere gitmesin...
ImageChef Custom Images

13 Şubat 2008 Çarşamba

''Sevgililer Günü" = "Sevgi Günü"

Yazımı bir gün önce yazıyorum. Aslında 14 Şubat günü yazmam gerekirdi ama yetiştiremem diye şimdi yazmaya karar verdim. Tarihi değiştirme şansım maalesef yok, yazımın tarihi 13 Şubat olarak gözüküyor, ama siz onu 14 Şubat olarak farzedebilirsiniz. Bu kadar açıklama yeter herhalde, sizin için 14 Şubat olmasını istiyorum yaaa ondan işte...
İçinde "sevgi" sözcüğü olan herşey gibi bugününde bir anlamı var. Ama bugünü kutlamak ya da hatırlamak için, bir sevgilinizin olması gerekmiyor bence:)) Yani; insanın hayatında sadece sevdiği, değer verdiği tek kişi yok ki; birçok sevdiği insan var ve bugünü o insanlardan biriyle de kutlayabilir, ona; onu sevdiğini hatırlatabilir... Bir telefonla bile bunu yapabilir...
Bugün; birbirini seven herkesin günü bence, yeterki sevgimizi hatırlatacak bir davranışta bulunalım. Sevdiğimizin kim olduğu yada ona nasıl bir hediye aldığınız önemli değil. Sadece sevgimizi bir gün de olsa; göstermenin bize bir zarar vereceğini düşünmüyorum...

Önemli olan sevdiğimiz insanları hatırlamak, onları sevdiğimizi bir kere daha onlara hatırlatmak. Bugünü sadece "Sevgililer Günü" diye değil; "Sevgi Günü" diye kutlamak istiyorum.Çünkü böyle bir gün henüz yok. Oysa bize sevginin, sevmenin ve sevilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlatan bir gün olurdu "Sevgi Günü". O zaman da sadece sevgilimizi değil tüm sevdiklerimizi hatırlatırdı bizlere...

Birbirini seven herkesin günü bugün; "Sevgi Gününüz" kutlu olsun...
Sevgiyle kalın, bir ömür boyu...
{E}

11 Şubat 2008 Pazartesi

Uzun zaman oldu "onu" görmeyeli...




Çok net hatırlayamıyorum ama sanırım 6 yada 7 yıl olmuştur onu görmeyeli. Yağmur yağdıktan sonra oluşur; oluşabilmesi için nedense bu şarttır. Merak ettiniz değil mi? Yıllardır göremediğim şeyin adı "Gökkuşağı" tabiki de... En son nerede ve nasıl gördüğümü bile hatırlamıyorum inanın. Zaten öyle saatlerce gökyüzünde kalabilen bir şey de değildir. Onu yakalamanız çok zordur. O yüzden onu gördüğümde çok sevinirim ve mutlu olurum. Mis gibi toprak kokan havayla birlikte onu görmek bana iyi gelir.

Ne yazıkki yıllardır göremiyorum işte. Ya da onu yakalayamıyorum. Çocukluğumda hatırlıyorum da; gökkuşağını gördüğümüğüz zaman, inanılmaz derecede heyecanlanır ve yüksek sesle bağırarak;

- "Aaaaaaa bak gökkuşağı; çabuk bitmeden, gitmeden bak" diye söylenirdik birbirimize...

Ben yine gökkuşağı görmek istiyorum. Çünkü çok özledim onu...Bana göre o inanılmaz bir tabiat mucizesi. Zaten fotoğrafçılar da onu kolay kolay yakalayamadıklarından hep şikayet ederler. Sizde benim gibi uzun zamandır "Gökkuşağı"nı göremediyseniz ya da onu yakalama fırsatınız olmadıysa eğer; yukarıdaki fotoğraflara bakarak özlem giderebilirsiniz. Artık ben onu görünceye kadar,bu fotoğraflarla yetineceğim...

Yinede; baharda, en kısa sürede onu görmek dileğiyle...

10 Şubat 2008 Pazar

Pazar günü ve...




Bir pazar günü ve yine evde olmak; hiçbir şey yapmak istemiyorum. Halbuki bir yanım da kıpır kıpır bir şeyler yapmak istiyor; dışarı çıkmak, sinemada güzel bir film izlemek, güzel bir yerde yemek yemek, sevdiğim ve uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla saatlerce bir yerlerde konuşup, hasret gidermek ya da evde olup hiçbir şey yapmadan, saatlerce TV'nin karşısında kalmak...Sanırım ben hep en sonuncu isteğimi yapıyorum galiba. Kolay olanı tercih ediyorum bir anda. İnanın yemek dahi hazırlamak zor geliyor. Tek yaptığım şey genelde televizyonun karşısına geçip, kanalları gezmek, güzel bir şeyler yoksa eğer dvd,vcd izlemek.

Sonrada pişman oluyorum akşam olduğunda. Yine bugünü evde geçirdim diye, sanki dışarı çıkmazsam çok büyük şeyler kaçırdığımı falan zannediyorum. Aslında evde olmayı; hatta hiç bir şey yapmadan, hiç bir işle uğraşmadan "sadece evde olmak" yetiyor bana. Birde şu "Pazartesi Sendromu" olmasaydı herşey daha güzel olacaktı zaten. Yani anlayacağınız pazar gününü saatlerce televizyonun karşısında kalarak, geçirebiliyorum. Bunu yapmaya bayılıyorum.

Ama bir sorsanız bana; ne yapmak isterdim biliyor musunuz? Yazın gelmesine daha çok var, biliyorum ama ben artık özlemeye başladım şimdiden; denize girmeyi, denizin engin ve derin maviliğini seyretmeyi, sahilde saatlerce gölgede şezlongda uzanmayı, güneşin batışını; denizin arkasında nasıl da güzel kayboluşunu, her gün izlemeye doyamıyorum ve bunları özlüyorum. Hiçbir şeyi düşünmeden, iş stresi olmadan, sadece denize girmek ve o eşsiz doğa harikasını seyretmek istiyorum. Aşk sadece karşı cinse duyulan bir şey değil bence; yani insan sadece bir insana aşık olacak diye bir şey yok. Ben tabiata, doğaya da aşığım...
En çok "denize" aşığım ; o büyülü, engin, mavi sonsuzluğa...

9 Şubat 2008 Cumartesi

Yine yine özleyeceğim...


Ne olurdu sanki; insanın sevdiği insanlar hep yanında olsa, istediği zaman onları görebilse. Sevdiklerine kavuşabilmek için kilometrelerce yol yapmasa, hemen onlara ulaşabilse, istediği an...

Yine özleyeceğim onları; eşimin kızkardeşini ve ailesini. Onlar okullar tatil olduğu için Ankara'ya gelmişlerdi.Onbeş gün ne çabuk geçti, inanın hiç bir şey anlamadık diyebilirim. Onlarla olmaya alışıyorsunuz ki; bir anda sizi bırakıp gidiyorlar. Gitmek zorundalar çünkü; Ankara'da yaşamıyorlar. Ama ne olurdu yaşasalardı Ankara'da demeden yapamıyorum işte. Bence çok da güzel olurdu. Çok sık görüşebilirdik, sadece istememiz yeterdi bunun için.

Şimdi yaz tatiline kadar görüşemeyeceğiz.O ve eşi öğretmen olduğu için, yazın tatilleri var ve çok uzun. Bazen bende düşünmüyor değilim hani, "Neden öğretmen olmadım" diye. Çok güzel ve tatili çok olan bir meslek yani. Bizim gibi işyerinde her gün sürekli "8 saat" gibi mesai yapmaları gerekmiyor. Ayrıca haftada iki yada üç gün okula gidenleri bile var. Diğer günler okula gitmiyorlar, evdeler. Düşünsenize bence "öğretmenlik" mesleği bulunmaz bir nimet gibi bir şey...

Maalesef lise dönemimde üniversite sınavına hazırlanırken; hiç düşünmediğim, tercih olarak yazmadığım bir meslek dalıydı öğretmenlik. Ama şu anda çok pişmanım, keşke öğretmen olsaymışım diyorum. Neden mi? Çünkü; haftanın beş iş günü iş yerine gidip, sekiz saat çalışmak hiç de bana göre değilmiş de ondan...

Neyse sonuç olarak, insanların arasındaki mesafeler beni üzüyor. Benim kızkardeşim de son iki yıldır Antalya'da yaşıyor. Onu ve ailesinide çok özlüyorum. Ankara'ya geliyorlar ve tam birbirimize alışmışken; bir anda yok oluyorlar, yani yaşadıkları şehre dönüyorlar. Geriye aramızdaki KM'ler kalıyor işte; bu da beni çok üzüyor. Uzun bir süre birbirimizi göremiyoruz.

Bu yüzden; "sevdiklerimizle aynı şehirde yaşasaydık" ne olurdu diyorum ve bitiriyorum işte...

Sevgiyle kalın, herkese iyi hafta sonları diliyorum...

8 Şubat 2008 Cuma

Cinsi "Pug"; çirkin ama çok tatlı...



Kızkardeşim iki sene önce "Pug" cinsi bir köpek almıştı.Ben onu ilk gördüğümde; kardeşime kızmıştım ve ona :

-Bir köpek almaya karar verdinizde bu köpeği mi aldınız?
-Neden daha güzel bir cins köpek almadınız?
-Bu köpek çok çirkin,hiç güzel değil,onu sevmedim demiştim.

Ama sonra; onu gördükçe,o bana kendini sevdirdi.O köpeğe bayıldım; o kadar tatlı bakışları vardı ki, çok uslu ve sessizdi. Bir anda onu sevmeye başladım. Evet herşey bir anda oldu ve ona bayıldım. Çirkindi belki; ama benim için o; çok tatlıydı...
O Antalya'da yaşıyor, inanın ben bu köpeği çok özlüyorum...
Aslında; ne hayvanları, ne de insanları, kısacası hiç bir canlıyı dış görünüşüne bakarak; yargılamamak, eleştirmemek gerekir...
Çünkü sizde bir gün; benim gibi böyle çirkin bir pugu sevebilir ve hatta onu özleyebilirsiniz...

7 Şubat 2008 Perşembe

Bugün burada olmak istiyorum...


Evet, şu anda yukarıdaki fotoğraftaki evde olmak istiyorum. O bembeyaz karla kaplı olan manzarayı seyretmek, sıcacık o evde nescafemi yudumlamak, çok güzel "love story" bir filmi izlemek istiyorum; kahvemi yavaş yavaş yudumlarken...
Çok şey mi istiyorum sizce? Bence hayır, galiba dinlenmeye, sakin bir zaman geçirmeye ihtiyacım var sanırım. Çalışmaktan, yoğun trafikten, iş yerindeki işlerden, insanlarla uğraşmaktan sanırım biraz yoruldum ve bunaldım. O yüzden fotoğraftaki; sesssiz, kimselerin olmadığı o evde olmak istiyorum.
Sadece bembeyaz yağmış olan karı görmek bile beni rahatlatacak, dinlendirecek buna eminim. Lütfen yaaa, bu evde bir süre kalamazmıyım, şu karlar erimeden, kış bitmeden, şu beyaz güzelliği doyasıya seyredemez miyim?

6 Şubat 2008 Çarşamba

İzninizle bugün başlıyorum...




Bugün ilk yazımı yazıyorum ve çok heyecanlıyım. Daha doğrusu ne yazacağıma tam olarak karar vermiş de değilim aslında.Yazabileceğim, aklımda olan o kadar çok konu var ki... Bu yüzden kendimi de pek fazla sıkmak istemiyorum. Bu bence bir deneme yazısı olacak sanırım. Uzun zamandır bir blog oluşturma fikim vardı, kararsızlığım yüzünden erteledim. Ama bugün açılışı yaptım sanırım. Umarım; devam ederim diye düşünmüyor da değilim hani...

Belki bir gün; bırakabilirim de:)) Ama bugün birşeyler yazamayacağım kesinleşti. Çünkü çok heyecanlandım ve aklıma hiç birşey gelmiyor, üzgünüm....