29 Haziran 2008 Pazar

Yine bir mekan, yine yeni bir AVM...


Burası da yeni açılanlar grubunun yeni üyelerinden. Bir burayı görmediğim kalmıştı. Onu da gerçekleştirdim sonunda. Aslında ilk gitmem, iki ay kadar önceydi sanırım. Daha sonra arka arkaya 5-6 defa daha gittim. Ben ezberledim artık, gitmediyseniz sıra sizde o zaman...


Şehir: Ankara, Semt: Etlik, Mekan: Antares AVM...
mm**
Evet burayı keşfederken gözüme çarpan değişik, güzel şeyleri de karelemeden duramadım. Mesela bu dev kırmızı saksılar çok hoşuma gitmişti. İçindeki ağaç da taklit değil; gerçek ağaç, canlı ağaç. İnanılması zor ama öyle...

AVM'nin koridorlarında gezerken; yorulanlar dinlensin diye işte bunlardan koymuşlar. Tasarımı çok ilginç, acayip beğendim. Sanki birileri üzerine oturmuş da; izleri kalmış gibi. Çok değişik bir dizaynı vardı. Ayrıca test ettim. Oturdum, kesinlikle çok rahat. Özellikle de; beyler hanımlarını saatlerce beklerken, rahat etsinler diye düşünülerek tasarlanmış bunlar...

Süs havuzu çok şirindi. Bir anda sular fışkırmaya başlıyor. Sonra duruyor, tekrar fışkırıyor. Su sesi güzeldi, güzel...
ççl
Büyük saksıların içine upuzun bitkiler dikilmişti. Bu bitkilerin ne olduğunu o gün öğrenemedim. Ama çok merak ediyorum. Bir dahaki gidişimde mutlaka soracağım. Bir bilen çıkarsa tabiki...
...kkm
Antares'de fast food yemek bölümünün dışında, bir üst katında da 6-7 tane farklı restoranı var. Bunlardan hatırladıklarım Dali ve Kukla Kebap. Bir de "Big Chefs" var. O da restoranların dışında bir yerde. Normal mağazaların olduğu bir kattaydı...
..oooo
O gün sadece alış-veriş yaptık. Mağazaları gezdik. Bu arada Antares'de Real ve Praktiker de var. Bunu söylemeyi unuttum. Real sadece Ankara'da, Bilkent' de vardı. Ama artık Etlik'de de var. Aslında bir çok yemek restoranın da gözüm kaldı. O gün oraya gitmeden önce, nasıl yemek yediysem bir türlü acıkmamıştım...

27 Haziran 2008 Cuma

Dilek kapınız açık mı?..(2)

Bir hafta geçti ve iyice sindirdim içime...

Neyi mi?

Şu isteklerim vardı ya, gerçekleşmesini istediğim hani. İşte onlardan biri gerçekleşti. “Dilek kapınız açık mı?..” başlıklı yazımda birazcık bahsetmiştim ama ne olduğunu yazmamıştım. Çünkü henüz olayın şokundaydım, bir türlü bu konuyla ilgili yazmak istemedim. Bu olayı sindirmek istedim, kendimce…

İsteklerimin içinde: “Yıllardır göremediğim, izini kaybettiğim Almanya’da ki arkadaşımı bulmak diye bir cümle vardı…

Evet, işte bu isteğim gerçek oldu. Bahsederken bile hala inanamıyorum. Artık onu bulacağıma hiç ihtimal vermiyordum. Sonunda, O beni yıllar sonra buldu ve telefonla aradı. İşyerine ait numaramdan aramıştı. Önce kendisini tanıyamadım. Beni birisi işletiyor diye düşündüm. Bir arkadaşım daha vardı aynı isimde; ilk önce o zannettim ama sesi benzemiyordu ona. Sonra onu hatırladım ama sesi değişmişti, yıllar önceki sesine benzemiyordu…

Kendisiyle en son 22 yıl önce görüşmüştük. Ben Ankara’ya, O da benden birkaç yıl sonra Almanya’ya taşınmıştı. Yıllarca beraber yaşamıştık Kastamonu’da. Birlikte gülmüş, birlikte ağlamış, birlikte oynamıştık. Onunla çok güzel günlerim geçmişti. Onu unutmama imkan yoktu. Benim için yeri ayrıydı, farklıydı. Kim bilir görüşebilseydik, daha ne güzel günler geçirebilirdik. O benim biricik, izini kaybettiğim çocukluk arkadaşımın ta kendisiydi. Ona yanılmıyorsam en son 1990-1991 yılında mektup göndermiştim. Beklemiştim ama ondan cevap gelmemişti. Daha sonra bir kere daha ve son bir kez daha yazmıştım ona. Ama ondan bir türlü cevap gelmiyordu. Telefon numarası zaten bende yoktu. O yıllarda ülkeler arası telefon görüşmesi inanılmaz pahalı olduğu için zaten arama imkanım olmazdı. Böyle düşünmüşüz ki; telefon numaralarını birbirimize vermeyi akıl edememişiz…

O yıllarda onunla böylece koptuk. Onun benim adresimi kaybetmiş olabileceğinden başka bir şey aklıma gelmiyordu. Bu düşüncemle birlikte yıllar geçti. Ta ki geçen sene facebook sitesine üye oluncaya kadar. Belki onu bu siteden bulabilirim diye o kadar çok heveslenmiştim ki…

Ama olmadı, hayallerim suya, hem de öyle derinlere düşmüştü ki. Arkadaşım Gülay’ın facebook sitesine kayıtlı olmadığını görünce çok üzülmüştüm. Sonra sürekli bu siteye girdiğimde onu aramayı sürdürdüm. O yine yoktu, yine. Bir sürü arkadaşımı bulmama rağmen bir türlü onu bulamıyordum. Artık ümidimi de yitirmiştim. İnşallah hayattadır ve ona bir kötü bir şey olmamıştır diye düşünmeye falan başlamıştım…

İşte sonunda geçen hafta o beni bulmuştu. Google amca da; yıllarca benim adımı, soyadımı ve kardeşlerimin adını, soyadını sürekli arayarak belki bir yerlerde onlara rastlar; bir adres bir telefon numarası bulabilirim diye. Sonunda kardeşimin adı ve soyadından bir telefon bularak kardeşime, ondan da bana ulaşmış. Canım arkadaşım benim aslında beni yıllarca aramış. Ama benimle aynı ismi ve soyadını taşıyan, benimle alakası olmayan yanlış kişilere ulaşmış. Benim de adıma kayıtlı hiçbir telefon numarası yok ki! Keşke olsaymış, keşke!..

Bu olanlardan sonra uzun uzun birbirimizle mailleştik. O beni aradı, telefonda konuştuk, birbirimizin seslerini duyduk. Yıllar sonra hazine bulmuş gibi oldum. Tarifi mümkün olmaya duygular yaşadım. 22 yıldır görüşmüyor olsak dahi; bıraktığımız yerden tekrar başlayabildik. Bu benim için o kadar önemli ki. Demek ki; o benim hayatımda ne kadar önemliymiş, onu ne kadar çok sevmişim. Artık onu bir daha kaybetmek istemiyorum. Halen daha onunla konuştuğuma, onu bulduğuma inanamıyorum. İnşallah en kısa zamanda da kendisiyle görüşmeyi istiyorum…

Onu meğerse nasıl sevmişim, ona nasıl değer vermişim. 22 yıl boyunca görüşememek bile bizi ayırmaya, birbirimizi unutup, vazgeçirmeye yetmemiş ve yetmeyecek de!..

Canım benim, Gülaycım sana kavuşmak uzun zaman aldı ve çok zor oldu ama bir daha ayrılmamak dileğiyle…

21 Haziran 2008 Cumartesi

Dilek kapınız açık mı?..

Sevgili Gizem ‘in 7 Haziran günü yazdığım “Bu aralar istiyorum, hem de çok…” başlıklı yazıma bıraktığı bir yorumu vardı. Şöyle demişti: “Dilek tutarken tam tut, dilek kapın açıktır belki. Bir de dileklerine dikkat et, gerçek olabilir. O yüzden şükretmeyi unutmamak şartıyla, bir şeyler istemek gayet zevkli bir durum. Ben de istiyorum.”

Gizemcim; senin iç güdülerin, altıncı hissin meğerse ne kadar kuvvetliymiş. Benim ”dilek kapım” meğerse; açıkmış, bunu öğrendim…

O yazımda yazdığım isteklerimin arasından; çok istediğim ama gerçekleşmesine hiç ihtimal vermediğim isteğim gerçekleşti. Hem de aniden, gizlice, birdenbire gerçekleşiverdi. Ben bile hala inanamıyorum. Hayal gibi bir şey yaşadığım…

Gerçekleşme tarihi: 19 Haziran Çarşamba…

Yıllardır istediğim şey, ne oldu da gerçekleşmek istedi acaba?..

Aslında kendim bile hala inanamıyorum bu işe. Sanki rüyamda gördüğüm; yaşadığımı zannedip, kendimi bununla kandırdığım birkaç dakikadan ibaret sanki. Rüya mı, gerçek mi diye hala sorguluyorum kendimi. Yani tam anlamıyla kendim bile içime sindiremedim bu olayı…

Demek ki; insanın çok istediği bir şeye hazırlıksız yakalanması da, kolay bir şey değil. Bunu anladım. Beklenmedik ani gelişen kötü şeyler gibi, iyi şeyler de insanı allak bullak edebiliyor...

Ne kadar zor bir durummuş aslında. Çok sevindim, şaşırdım, mutlu oldum ama içgüdüsel olarak hazır değilmişim demek ki…

Bekleyin bu yazımın devamı gelecek. İçime sindirdiğimde; koşa koşa, bayıla bayıla gelecek, emin olun!..

17 Haziran 2008 Salı

Benimkisi zararsız bir merak...


Bu evi yıllardır hep merak ederim. Ne zaman aşkımla Bilkent'e gitsek, "bir önünden geçip, bakalım mı? " derim. Sanki ev satılık da, almak için bakmaya gidiyorum gibi. Çok komik aslında değil mi ama? Bu ev buraya kurulduğundan beridir, oldum olası bu evi merak ettim. Eskiden bazı söylentiler vardı bu evle ilgili :
jjjh***
-Yok efendim dışındaki parlayan metaller altın kaplamaymış...
lkşşşş
-Çok uzaklardan bile, bu ev farkediliyormuş, altın olduğu için yansıma yapıyormuş...
lllhhk
-Çok pahalıya mal olmuşmuş...
kp
- Falanmış, filanmış işte...
pppkk*
Bu duyduklarım yalan mı, gerçek mi, inanın bilmiyorum. Evin sahibine sormak lazım. Değil mi ama? Ben sadece duydum. Doğru mu bilmiyorum. Söylentiden ibaret de olabilir. Böyle bir olasılık da yok değil yani...
şşşl********
E ben de bunları duyunca bu evi, daha doğrusu villayı merak etmiştim. Görmek istedim. Ama bir kere görmem yetmedi işte. Ne zaman gitsem Bilkent'e hep bir uğruyorum ona. Elimden gelse izin alıp, evin içini de gezicem de. İşte daha cesaret edemedim buna. Kimbilir dışı böyleyse içi nasıldır, nasıl güzeldir?..
iii****
Benim de arasıra böyle meraklarım oluyor işte. En çok da ünlülerin evlerini çok merak ederim. Bazen MTV de rastlıyorum bu tür programlara. Amerika da yaşayan ünlülerin evlerine MTV yetkilisi konuk oluyor ve evi geziyor. Böylece bütün evin her yerini kameraya çekiyorlar. Sonrasında da bizler de izliyoruz tabi ki. Valla ben bayıla bayıla izliyorum. O kadar güzel evler, villalar, şatolar var ki. MTV'de hazırlanan bu program tam bana göre aslında. Artık bu programı yakalayamıyorum. Hangi gün, saat kaç da bilmiyorum. Öğrenirsem tekrar izlemeye devam...

12 Haziran 2008 Perşembe

Muzlu kek...


O kadar kararsızdım ki; acaba kakaolu mu yapsam, yoksa muzlu mu yapsam diye. İkisi birden karışsın, karışık olsun istemedim.Çünkü; kakao, muzun tadını kapatabilirdi. Bilirsiniz kakao, lezzet olarak daima baskındır. Uzun süren kararsızlığımın sonucunda; ikisini de yapmaya karar verdim. Ne zaman mı? Geçen hafta cumartesi günü…

Bu kararsızlıklarım yok mu; beni öldürüyor. Bir türlü sonlandıramadığım huylarımdan birisi işte. Ne yaparsın…

Sonuçta ikisi de bir güzel fırında piştiler. Evimin içini; müthiş bir şekilde tazecik mis gibi kek kokusu kaplamıştı. Kekimin biri kakaolu, diğeri ise muzlu oldu. Keki oldum olası çok severim, bayılırım. Ama ev keklerine. Öyle pastane ya da hazır keklere falan değil yani...

İlk defa deneyip, yaptığım muzlu kekin tarifine gelince; çok kolay, çok! Herkesin sonuçta bildiği, klasik bir sade kek tarifi vardır herhalde. Eğer ilk defa kek yapmıyorsanız bu ölçüleri havada karada biliyorsunuzdur zaten. O yüzden uzun uzun malzeme listesini yazmayacağım ve kısa keseceğim. Kekinizi hazır hale getirdiniz; hani bütün malzemeler karıştı ve kek bekliyor ya, işte tam bu sırada içine:

- 2-3 adet küt şeklinde, göz kararı kesilmiş muz,
- 1 çay bardağı hindistan cevizi,
- Bir de ½ çay bardağı ya da daha fazla kırılmış fındık kırığı,

Bunları da hazırlayıp, kek malzemenizin içine ilave ediyorsunuz ve karıştırıyorsunuz. Artık kekinizi fırına koyabilirsiniz.Kekiniz hazır! Evet yapacağınız tek şey bu işte. Kesinlikle muzlu keki deneyin derim, çünkü seveceğinizi düşünüyorum. Aslında sizi bilmem ama ben bayıldım. Kendim yaptım diye değil; “bir kek canavarı olarak” nedense ben çok beğendim. Neden daha önce yapmamışım, denememişim diye hatta kendime bile kızdım, söylendim. Meğerse muz, keke ne kadar güzel, farklı bir lezzet veriyormuş. Ama hindistan cevizi ve fındık kırıklarının da hakkını yememek lazım. Onlar da; muzla birlikle çok güzel bir üçlü oluşturdular hani…

İşte kek maceram geçen hafta böyleydi. Zaten bizim evde mutlaka bir şekilde kek pişer. Her ne kadar ben fazla kalori içerdiğinden dolayı, yapmayı ertelesem de; bu lezzetten fazla uzak kalamıyorum. Ne yaptıysam ondan bir türlü vazgeçemedim…

E dediğim gibi; çünkü ben “bir kek canavarıyım”…

9 Haziran 2008 Pazartesi

"Fotoğrafın Dili" (4)

Aşağıdaki minik ya da kısacık öyküm, yine Öykü Atölyesi ’nin “Fotoğrafın Dili “(4) adlı çalışması için. İkinci öykü denemem olacak. Bunu da belirtmezsem olmazdı. Ayrıca yukarıda ki fotoğraf da; Özlem Özel ‘e ait. Onun çekmiş olduğu çok güzel ve anlamlı fotoğraflarından sadece birisi. Tebrikler Özlem; daha nice güzel ve anlamlı fotoğraflara…
****
Hiçbir zaman gülmedi ki yüzüm. Oysa ne güzel hayallerim vardı. Ben de çocuk olmuştum, ben de genç bir kız olmuştum. Sevilmek, değer verilmek, okumak, bisiklete binmek, pasta yemek, sıcacık bir ev, annemin elinden yemek yemek, şımartılmak, okşanmak istemiştim…
Bunları istemiştim, nasıl bir şey olduğunu merak etmiştim. Normal bir insan gibi, sizin gibi ben de istemiştim...
*******
Hayat öyle bir savurdu ki beni; istediğim çok şeymiş gibi, bu isteklerim için beni mahvetti. Hiçbir suçum yokken, hiçbir zaman hiçbir şeyim olmadı. Ne annem, ne babam, ne işim, ne param, ne de sevgim. "Hiç bir şey" olarak dünyaya gelmişim meğerse...

Hayatta olması gereken hiçbir şeye sahip olamadım. Kırmızı yeni ayakkabılara, doğum günü pastama, hatırlanmaya, mis gibi kokan yemeklere, en başta da sevgiye…

Hiç sevgi görmeden, savrula savrula büyüdüm. İtildim, aşağılandım, hor görüldüm, hiç sevilmedim…

Neden? Neden sevilmedim ben?..

Hak etmedim mi ben sevgiyi, sevgi dolu sıcacık bir yuvayı?..

Neden? Benim neyim eksikti sizlerden?..

Neden benim de olmadı bunlar?..
*****
Neden ben böyle bir hayata sürüklendim?..
****
İşte; beni bu hale getiren, bana yıllarca bu acılı hayatı yaşatan kim, kimler? Neden? Ben ne yaptım sizlere, benim suçum ne?..

Düşündüm de; benim suçum, dünyaya gelmiş olmak. Ben mi istedim bu dünyaya gelmeyi? Doğmadan önce bana mı sordular; "Dünyaya gelmek ister misin" diye. Ama bilseydim böyle bir hayatı yaşayacağımı, bana yaşatacaklarını…

İnan bana; ne bu dünyaya gelmek, ne de böyle acımasızca bir hayatı yaşamak isterdim. Böyle bir şeyi bir kere bile düşünmezdim…
*****
-Neden bu soğukta; burada, tek başınıza merdivenlerde oturuyorsunuz?
-Eviniz nerede?
-Sizi evinize götüreyim mi?” diye sormuştum yaşlı teyzeye. Yanına yaklaşarak; ona yardım etmek, onu dinlemek istemiştim…

Onun çok yorgun, çok mutsuz ve bir o kadar da, muhtaç bir hali vardı…

Ama o hiçbir şey söylemedi, cevap bile vermemişti bana. Birkaç defa daha tekrarladım sorularımı ama hala cevap vermemişti. Ben ayakta öylece ondan bir cevap bekledim. Yüzüme bakıp, bir şeyler söylemesini bekledim…

O bir süre sonra, sadece gözlerime bakmıştı. Öyle bir bakmıştı ki; gözlerimden yaşlar boşalmaya başlamıştı, durduramamıştım onları ve sonra bana yukarıda yazdıklarımı yazdırmıştı…

Evet “bir bakış” bana neler hissettirip, neler yazdırmıştı…

7 Haziran 2008 Cumartesi

Bu aralar istiyorum, hem de çok...


İşe gitmemek, çalışmamak...
mmmm
Denize girmek; yüzmek, serinlemek, masmavi sularda kaybolmak...
Kumsalda yan gelip, yatmak...
Gölgede, şezlongda uyuya kalmak, öylece denizin sesiyle...
şşşşşş
Saçlarıma yeni bir şekil vermek, yakışacak bir şekil...
Çıkmayan ojeler bulmak...
Saç beyazlamasını önleyen bir şey, bir ilaç bulmak...
Her gün saçıma, dümdüz fön çektirmek...
kkkkkk
Newyork’a gitmek, gökdelenlerin arasında kaybolmak ve sonsuz alışverişler...
Antalya’da ki kardeşimi, yeğenlerimi görmek...
İzini kaybettiğim; yıllardır görmediğim, Almanya’da yaşayan arkadaşımı bulmak...
Sevdiklerimle beraber bir mavi tur yolculuğuna çıkmak...
İstanbul’a gidip; yarım kalan, gezimizi tamamlamak...

Amasra'ya gitmek; güzelim salatasını & balığını yemek...

Beypazarı'na gidip; o eski konaklarından birinde kahvaltı yapmak...

Big Chefs’de, Hok’s da yemek yemek...
İnanılmaz rahat ve istediğim renkte bir spor ayakkabısı almak...
Sürekli her yere bu ayakkabı ile gitmek, gezmek, koşmak...
AVM’lerini gezmek, hiç yorulmadan, bıkmadan...

Yemek yapmamak, ütü yapmamak, kuruyan çamaşırları toplamamak, bulaşık makinasını boşaltmamak...
Açıkçası evle, evdeki işlerle ilgili hiçbir şey yapmamak...
Hazıra konmak istiyorum...
kkk
Sadece gezmek, istediğim şeyleri yapmak istiyorum...

Yani bir aşçı, bir temizlikçi ve bir de ütücü istiyorum...
Daha doğrusu bir otelde, otel odasında, suit’de yaşamak istiyorum...
Her şey hazır olsun, her şey önüme gelsin istiyorum...
kkkkk
Çok şey mi istiyorum?..
0000
Cevap: "Evet"! Çok şey istiyorsun, hem de çok...
0000
Ama ben yine de; sadece ve sadece...
ııı9999
“Prenses” ya da “Kraliçe” olmak istiyorum...
****
Bir günlüğüne de olsa, bunu istiyorum...
......
İşte o kadar, işte bu kadar...