31 Mayıs 2008 Cumartesi

"Fotoğrafın Dili" (3. Çalışma)

Bu kısacık öykümü; Öykü Atölyesi 'nin düzenlemiş olduğu "Fotoğrafın Dili"(3) isimli çalışması için yazdım. İlk öykü denemem, umarım beğenirsiniz...
**********
Bu gün çok yoruldum. Hafta sonu mesai olayı beni mahvetti. Oysa yapılacak o kadar güzel şeyler varken; şu işe gelme olayı da, nereden çıkmıştı ki ? Sinir oldum…
------
Artık yeter! dedim içimden. Çıkıp, gidelim artık şu işyerinden. Neyse ben bunu diyeli yarım saat olmadı; sevgili müdürümüz:
mmç
-Artık bu kadar yeterli. Geldiğiniz için çok teşekkürler. Çok işimiz birikmiş, gördünüz mü? İyi ki, geldik ve hep beraber hallettik. Bu kadar işle hafta içi çalışamazdık dedi. İş yerinden çıkma vakti geldi. Ding dong ! dedi ve hepimiz koyun sürüsü gibi dağıldık, çıktık işyerinden…
tttttttttt
O kadar çok acıkmıştım ki. Bir an önce eve, yemeğe yetişmek istiyordum aslında. Hava da bayağı serinlemişti. Üstüm de inceydi; içim üşüdü, titredim birden. İşe giderken aslında servisimizi kullanıyordum. Ama hafta sonu olduğu için servis falan yoktu. Ben de bunu bildiğim için; işe arabamla gitmiştim. İyi ki de öyle yapmışım. Yoksa soğuktan donacakmışım. Niye üstüme bir şeyler almadıysam? Bu arada otobüs durağında otobüs beklediğimi düşünemiyorum…
oooooooo
Bir an önce arabama bindim, üşümüştüm. Yolda giderken ise; eve gidince yiyeceğim, annemim yaptığı sıcacık kıymalı kabak dolmasının hayalini kuruyordum. Derken birkaç kilometre gitmedim ki; Ayfer’i gördüm, otobüs durağında. Büyük bir ihtimalle otobüs bekliyordu. Uzun zaman olmuştu Ayfer’i görmeyeli. Birbuçuk, belki de iki yıl. Hemen arabayı sağa çekip, dörtlüleri yaktım. Büyük bir heyecenla arabadan indim ve Ayfer’in yanına gittim…
fggggggggggg
-Merhaba Ayfer, ne haber? Dedim gülerek…
**********
Beni gördüğüne çok şaşırmıştı. Aslında pek de sevinmemişti galiba. Havadan sudan kısacık bir iki dakika konuştuk. Ona kendisini eve kadar bırakabileceğimi söyledim. Kabul etmedi, gerek yok dedi. Otobüs şimdi gelir, falan diyerek geçiştirdi. Seni eve ben bırakayım, hava çok soğuk dedim. Zaten ne zamandır da; seninle görüşemedik, çok koptuk ikimiz, hadi gel lütfen dedim…
****
Neyse, sonuçta zorla da olsa geldi. Arabaya bindik. Konuşa konuşa gidiyorduk. Aslında hiç keyfi yoktu. Oysa eskiden o kadar yakındık ki, birbirimize. Ne olduysa işte kopmuştuk birden bire. Ben hep soruyordum, o sadece cevap veriyordu. Uzun zamandır birbirini görmeyen iki dostun ya da arkadaşın sohbetine benzemiyordu bizimkisi. Bana hiçbir şey sormuyordu. Sadece dinliyordu o kadar…
0000000
-Ayfer’in evini bilmiyordum. Çünkü daha önce hiç evine gitmemiştim. Eskiden aynı iş yerindeydik ve yeterince görüşüyorduk. Sadece oturduğu semti biliyordum o kadar. Ya da; bildiğimi zannediyordum...
********
Yolda ilerken; “bana yolu tarif edersen iyi olur, evini bilmiyorum” dedim. O da tarife başladı. Başka yerlere gidiyorduk. Önce tedirgin oldum…
*******
- Sen, Yıldıtepe’de oturmuyor muydun? Dedim. O da: “hayır” dedi.
- Peki nereye gidiyoruz o zaman dedim.
- Sen kullan arabayı, ben tarif edeceğim sana dedi.
*********
Daracık sokaklar, yıkıldı yıkılacak evler, neresiydi burası. Dönüşte yolu bulabilecek miydim? Korkuyordum aslında. Eve de gecikmiştim. Karnım da zil çalıyordu. Neydi bu, nereden görmüştüm Ayfer’i…
------
-Tamam, işte bu sokak. İstersen sen burada dur, girme buraya. Ben artık yürürüm dedi.
------
Yol boyunca ona tek bir soru bile sormayan ben; öylece kalakalmıştım, inanamamıştım. Onun böyle bir yerde yaşadığına, bunu nasıl benden sakladığına, neden paylaşmadığına, neden yalan söylediğine, bir sürü şeye…
--------
-Ayfer dur, dedim.
*******
Ayfer durmadı, arabadan indi ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Arkasından bende arabadan indim, koşmaya başladım. Kolundan tutup:
**********
-Dur dedim sana, duymuyor musun, neden bir teşekkür bile etmeden gidiyorsun” dedim.
***
Ayfer cevap vermişti sonunda bana:
********
-Utanıyorum, senden utandığım için, yüzüne bakamadığım için kaçtım dedi. Arkadaşlığımız boyunca bazı şeyleri sakladım senden. Fakirliğimi, evimi, yaşadığım yeri, ailemi. Nasıl olsa işyerinde, dışarıda görüşüyorduk, beraberdik. Bunu saklamam kolay olmuştu senden. Ama sen bir gün evime gelmek, ailemle tanışmak isteyince; işte o zaman senden kopmam gerektiğini anladım. Seni aramamaya, seninle görüşmemeye başladım. Evet işte bu yüzden seni istemedim hayatımda…
********
“Fakirliğimi, yoksulluğumu görme diye, istemedim seni” dedi bana…
********
O an ne diyeceğimi, ne söyleyeceğimi bilemeden; öylece ona, o özlediğim yüzüne, güzel mavi gözlerine bakakaldım. Kilitlendim…
**********
Ayfer, öylece yürüyüp gitti, arkasına bile bakmadan. Giderken de ağlıyordu sanırım. Bense ne olduğunu anlayamamış, bitkin, şaşkın bir vaziyette kalakalmıştım. Ben ki; tam anlamıyla bir “sulu göz” olarak, gözümden tek bir damla yaş bile akmamıştı. Neden ağlayamamıştım, neden ?Sadece; “Ona” öylece arkasından bakakalmıştım…
*******
Belki de; yaşadığı yeri öğrenip, tekrar ona kavuşabilmek için öylece bakakaldım…

Doğum günün bugün...

Sen o kadar tatlı, o kadar iyisin ki. Tertemiz bir kalbin var. Uzun zamandır hayatımdasın, birlikteyiz. Umarım da hep böyle olur. Seni böyle satırlarda anlatmak, bir kaç kelime ile inan mümkün değil benim için. İyi ki doğdun, iyi ki benimlesin ve hayatımdasın. Canım benim bugün senin doğum günün. Nice mutlu, sağlıklı ve başarılı yıllara. Hayatında, herşey istediğin gibi olsun. O temiz ve iyi kalbini hiç bir şey üzmesin, üzemesin. Her zaman iyilik meleği seninle birlikte, yanında olsun...
m****
İyi ki seninle aynı şehirde yaşıyoruz da, görüşebiliyoruz. Ya uzaklarda, ayrı şehirlerde, ayrı ülkelerde olsaydık. Hiç istemezdim bunu inan. Bizim için böylesi çok iyi. İstediğim zaman seni görebileceğimi bilmek duygusu çok güzel. Banu da zaten Antalya'da yaşıyor. Buna bile hala alışamadım. Bir de; sen başka yerde yaşasaydın, bilmiyorum çok zor olurdu benim için...
mlkpş****
Doğum günün bugün, heyecanlısındır sen şimdi. Kimbilir ne güzel hediyeler alıcaksın bugün sevdiklerinden. Eminim ki; çok merak ediyorsun, neler gelecek diye. Bu özel gününü iyi değerlendir. Yoksa hemen geri gelmiyor, bir yıl beklemek lazım. Benim doğum günü maceram güzel geçmişti. Hatta iki gün falan sürmüştü...
ömllşmş
Canımsın, kuzenimsin ama benim için her zaman öncelikle kardeşimsin. Her zaman da öyle kalacaksın. Biricik Edoşum; daha nice güzel günlere ailenle, sevdiklerinle, hep birlikte. En başta senin için sağlık, sonra huzur ve sonra da mutluluk diliyorum. Canım kardeşim benim; seni çok ama çok seviyorum. Asla birbirimizden kopmayalım, ayrılmayalım, hep böyle kalalım...

29 Mayıs 2008 Perşembe

Kısacık da olsa resetlenmek güzeldi...

Bugün öğlen bol bol mavi, kırmızı, mor, yeşil ve beyaz gördüm...
********
Mavi: masmavi gökyüzü...
******
Kırmızı: Gelincikler, o kadar güzel açmışlar ki; çok şirindiler. Hatta birazcık topladım. İşyerimdeki masama koymak için. Vazom yoktu ama kupamın içine çok yakıştılar. Masama renk getirdiler. Birazcık gözüm, gönlüm açıldı...
*******
Mor: Uzaklara baktığımda, inanılmaz güzellikte mor renkte tarlalar gördüm. Sanırım mor çiçek tarlalarıydı bunlar. Mor rengi çok severim, çok asil bir renk...
*******
Yeşil: Çeşit çeşit, bir çok ağaç, güzelim çamlar gördüm. Çam ağacını kokladım, mis gibi içime çektim...
**********
Beyaz: Masmavi gökyüzünü renklendiren, güzellik veren pamuk gibi bulutlar...
***
Kısa da olsa bunları görmek bana çok iyi geldi. Beynimi kısacık da olsa resetledim. Sadece ve yalnızca kendimle paylaştım...
******
Topladığım gelincikler, masamda tam karşımda çok güzel oldular. İyi ki de; üşenmeyip, toplamışım. Biliyorum çiçek dalında güzeldir ama; ne yapayım arasıra böyle yaramazlıklar yapıyorum...
*****
Fotoğraf yok üzgünüm. Güzelim gelicikleri, kupamın içindeyken çekecektim oysa...
*********
Canım makinam, evde dinleniyor. Pili şarjda, kendileri enerji depoluyor...

27 Mayıs 2008 Salı

Seveceğim seni "pepino"...

Bir ay olmuştur herhalde onu yiyeli. İlk gördüğümde; ‘ben bundan hiç yemedim, nasıl bir şey acaba? hemen denemem lazım, tadına bakmalıyım’ demiştim. Meyve hastasıyımdır da birazcık. Meyvesiz bir hayat düşünemiyorum. Meyve sevmeyenleri de bir türlü anlayamıyorum…

Gelelim yeni tadına bakılan, varlığından bile haberdar olmadığım şu meyvemize. Onun adı ‘Pepino’. Adını bile uzun süre hatırlayamadım. Evet aldıktan, onu yedikten sonra adını unuttum, hatırlamadım. Onu başka bir markette görünce hemen adını yazdım ki, bir daha unutmayayım diye. Şimdi onunla ilgili yazabiliyorum. Aslında onunla tanışalı nerdeyse bir ay olacak. Adını hatırlayamadığım için onunla ilgili yazamadım. Ona pepili, pepeye, pepilo diye isimler yakıştırdım. Ama ‘google’ da arama yapınca bu isimde bir meyve olmadığını gördüm. Dün markette, yediğim meyveyi görünce; hemen adını sordum ve öğrendim. Meğerse onun adı pepino’ ymuş…
Tadı kavuna benziyor sanki. Ama tatsız, olmamış kavun gibi. Yani az şekerli bir meyve. İncecik bir kabuğu var, kavun gibi kalın kabuklu değil yani. Aslında bir daha almam, yemem demiştim. Ama araştırınca çok faydalı bir bitki olduğunu öğrendim. A, B, C ve K vitaminlerini, kalsiyum ve bol miktarda potasyum içeriyormuş. Vücudumuzdaki kanser hücrelerinin oluşumunu engelliyormuş, olanları da yok ediyormuş. Kolestrolü düşürmeye yardımcı oluyormuş. Potasyum içermesinden dolayı da kan şekerini düşürüyormuş. Eeee daha ne olsun değil mi ama ?..

İşte bu kadar faydasından; özellikle de kanser hücrelerini öldürüyor olmasından dolayı bu meyveyi yemeyi kabul ediyorum. Aslında meyveleri çok severim ama tadının da güzel olması şartıyla. Bu lafımın önüne geçip, tadı güzel olmasa da ‘pepino’ yu artık yiyeceğim...

Seveceğim seni pepino...

Duydun mu beni ?..

Çünkü sen çok faydalısın…

Tadın da kötü değil aslında, sadece az şekerli bir meyvesin o kadar.Yani olmamış kavun gibisin...

Dünyada o kadar çok kanserli insan var ki; bizim de buna karşı korunmamız lazım. En azından bizi bu hastalığa karşı koruyan yiyecekleri tüketebiliriz. Kanserojen gıdaların yerine, antioksidan gıdalar yani…

Yukarıda ki fotoğraf da, pepino meyvesinin yetişirken ki görüntüleri. Google'ın sayesinde buldum ve sizlere göstermek istedim. Toprağın üzerindeki duruşunu belki merak etmişsinizdir diye. Ben çok merak ettim de. Acaba ağacın üzerinde mi, yoksa karpuz ve kavun gibi toprağın üstünde mi büyüyor diye. Çok değişik bir meyve, hoşuma gitti. Ne zaman görürsem markette alırım artık. Ama her markette satılmıyor, çünkü kendisi birazcık sosyetik bir meyve galiba...

23 Mayıs 2008 Cuma

Amasya-Ankara & Ankara-Amasya

Evet sonunda geldim işte. Tam onüç gün olmuş bloğuma yazmayalı. Çok utandım, şimdi. Üçbuçuk aydır nonstop yazmaktan, bitap düştüm herhalde. Mola verdim. İyi de oldu bence. 'Amasya' maceram ile başlıyorum tekrar yazmaya. 19 Mayıs tatilini fırsat bilerek, o bir günlük tatili değerlendirmek ya amacımız; Amasya'ya gittik. Aslında ilk gidişim değil. Sanırım dördüncü oldu. Orada eşimin kız kardeşi ve ailesi yaşıyor. Onları görmek, onlarla vakit geçirmek için gittik. temel amacımız buydu yani. Denizcim herşey çok güzeldi. Buradan tekrar teşekkürler, seni şimdiden çok özledim ve çok seviyorum. Yaza görüşmek üzere Ankara'da. Canım benim...
Amasya'dan bol bol fotoğraflar koymak istedim. Görmeyenler en azından görsün, akıllarında kalsın, belki bir gün gitmek isterler diye. Ankara'ya 350 km. uzaklıkta sanırım. Yolda tadilat çalışmaları vardı. Eğer olmasaydı dört saatte gidebilirmişiz. Gittiğimizde hava çok sıcak ve güzeldi. Her ne kadar daha önceden görmüş olsamda gezmek keyifliydi. Eeeee tabii ki sevdiklerinle olunca, daha bir güzel oluyor. Değil mi Denizcim? değil mi Yağmurcum?



Şehrin içinden 'Yeşilırmak' geçmekte. Hani şu coğrafya derslerinde gördüğümüz Yeşilırmak var ya! Ha işte ta kendisi. Amasya'dakiler 'Irmak Kenarı' olarak söylüyorlar. Irmağın yanından yayaların yürüyebileceği çok güzel bir yol bulunuyor. Bu yolda yürümek gerçekten çok keyifliydi. Birde adı gibi şu akan ırmak YEŞİL renkte olsaymış. Rengi çamur gibi. Oysa ne kadar güzel olurdu; şöyle yeşil yeşil aksaydı...


Kimbilir, belki yıllar sonra bir gün, bu ırmağın suları yeşil rekte akmaya başlar. İşte o zaman, adını da haketmiş olurdu bence. Değil mi yeşilırmak ?..

Ne kadar güzel bir manzara değil mi ama? Ben buraya bayıldım. Burada çok fazla fotoğraf çekmişim. Hangisini yayınlasam diye acayi düşündüm. Karar veremedim. Burası gölet diye geçiyor. Ama gerçekmiş. Yani yapay değil. Bu fotoğrafları ben çektim. O an oradaydım. Şimdi buradayım. Ama ben o fotoğrafı çektiğim yerde, gölde olmak istiyorum. Fotoğraflara baktıkça hemde inanılmaz istiyorum...

Amasya'da beni en çok cezbeden dağlar. O yüksek dağlara bayılıyorum. Şehrin dört bir yanı da dağlarla kaplı. Barış Manço 'Dağlar' adlı şarkısını, burada askerlik yaparkan yazmış. Öyle söylediler. Ben de yeni öğrendim. Gerçekten de, böyle bir şarkı ancak böyle bir yerde yazılır, bestelenir. Bu arada Barış Manço'yu çok severdim. Onu dinlemeye bayılırdım. Buradan kendisini rahmetle anıyorum, nur içinde yatsın...

Bu göletin dışında Amasya'da bir de 'Borabay Gölü' var. Ben ilk gittiğim sene orayı görmüştüm. Yeşilliklerin içinde harika bir göldü. Daha önceden gittiğim için tekrar görmek istemedim. Ama şimdi 'keşke gitseymişim, görseymişim' dedim. Doğayı, tabiatı seyretmeye doyamıyorum. Çok seviyorum işte...
Bu manzarayı da çok yüksekten çektim. Hava artık kararmaya başlamıştı. Yukarılarda, dağın tepesinde bir restoran.'Ali Kaya' dan çekildi bu fotoğraf. Dağın üzerine, tüm Amasya'yı görebileceğiniz şekilde bir yer yapmışlar. Gerçi bunun gibi bir kaç restoran daha var. Ama biz 'Ali Kaya' ya gitmek istedik. Orada bu manzaraya karşı güzel bir akşam yemeği, arkasından da semaverde çay içtik. Çok güzeldi yaaa. Deniz&Yaşar tekrar çok teşekkürler. Unutamayacağımız bir akşam geçirdik o gün. Daha önce hiç gitmemiştim. Meğerse böyle yüksekten, dağlardan aşağıya bakarak yemek yemek ne kadar güzel bir şeymiş...
*****
O gün hava o kadar çok sıcaktı ki. Otuz dereceyi geçmişti. Ama restorana girdiğimizde bir süre sonra üzerimize kalın birşeyler giydik. Hava inanılmaz değişmişti, esmeye başlamıştı. Olacak o kadar. O yüksek dağın tepesine çıkarsan havanın esmesi gayet normal. Ama ben hiç şikayetçi değildim zaten. Üzerimde kalın montum vardı. O geçirdiğimiz sıcak günün ardından, bana çok iyi gelmişti doğrusu...

Giderken yaşadığım heyecan, artık bitivermişti. Çünkü dönme zamanı gelmişti. İki gece üç gün. Üçüncü günde tam değil yarımdı zaten. Evet dönüyorduk artık. Tam alışmışken birbirimize, dönmek zorundaydık. Gitmesi çok güzel, ama dönmesi ne dense hep zor oluyor. Ayrılık, aradaki mesafeler insanı zorluyor, üzüyor. Ama bir daha ki sefere kesinlikle iki gece değil, daha fazla kalacağım. Yetmiyor çünkü. Bir anda gittik, bir anda geldik. Daha fazla kalmak lazım, hasret gidermek için az bu süre...
****
Yukarıdaki fotoğrafları dönerken, arabanın içinden, camı açarak çektim. Hiç bu kadar net çıkacaklarını düşünmemiştim. Hareket halindeyken çektiğim için, kötü çıkar diye düşünmüştüm. Ama makinam iyiymiş demek ki, marifet bende değil onda, yani fotoğraf makinamda...
Dönerken bu kareyi de yakaladım ya. Yine arabanın içinde, yine yoldayız. Benim için çok anlamlı bir fotoğraf. Gökyüzü ve bulut hastayım çünkü. O bulutlar gökyüzünde o kadar değişik şekillere ve o kadar güzel renklere bürünüyorlar ki. Onların her anını çekmeyi isterdim. Bulutsuz, tek renk gökyüzü bana göre değil. Ben gökyüzüne baktığımda; değişik şekillerde ve renklerde bulutlar görmeliyim. Buna bayılırım...


Ve dönüş tamamlandı. Güneş batmak üzereydi Ankara'ya geldiğimizde. Dönmüştük ama benim içimde her zamanki gibi yine özlem, yine hüzün vardı...

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Mini-minnacık bir gezi...

Yeni sayılır, yani yeni açılanlardan. Ne zamandır önünden geçerken görüyordum ama bir türlü gitmek kısmet olmamıştı. Yeni açılan AVM'lerine yetişemiyorum artık. Geçen hafta sonu (bugün tam bir hafta olmuş, vay be! Şu "zaman" denilen şey, ne de hızlı çalışıyor, kiminle yarışıyor acaba?) acity AVM' ne sonunda uğradım. Güzel, şirin olmuş, beğendim. Sonuçta ner nekadar birbirlerine benzeselerde; çoğu alanları, mağazanın içi değişik oluyor. İlk önce en alt kattaki pet-shop mağazasına gittim. Orayı, birazdan aşağıda anlatacağım. Daha sonra ise oyuncak satan mağazaları gezdim. Nedense çok hoşuma gidiyor bunu yapmak. Gezerken, bakarken çok keyif alıyorum. Arada sırada kendime de, alıcak bir şeyler de bulmuyor değilim hani...

Arkasından aşkım geldi ve acity'nin içinde olan "Home City" adlı restaurant da birşeyler yiyelim dedik. Biraz bana isim olarak Home Store Cafe'yi çağrıştırdı. Biraz benzetmişler sanki. Cumartesi tam yemek saati olmasına karşın, çok sessiz ve sakindi. Benim hoşuma gitti, bundan hiç şikayetçi değildim. Steak Fajita adlı bir et yemeği istemiştim. Dumanları tüte tüte yemeğim geldi. Çok acıktığımdan sanırım, soğuduğunu düşünerek birden yemeğe başladım. Bir anda damağım, dilim bir yandı, bir yandı anlatamam. O anda ağzımdan peçeteye filan çıkarsaydım, belki yanmayacaktı. İnanın bir hafta boyunca iyileşmedi. Damağım resmen yanmış ve çok acıdı. Hala bile acıyor aslında. Aşçı kaç derecede pişirdiyse bu yemeği. Çok güzel bir yemekti aslında. Tavsiye de ederim, rahatlıkla gidilebilir. Ama yanık olayı pek fena oldu benim için.

Acity İstanbul Yolu üzerinde, Batıkent' e yakın sayılır. Yaz gelse dahi gidilebilir. Çünkü üst kattaki fast-food ve restaurantların dışarıda, açık havada yemek yenilebilecek çok geniş alanları var. Gerçi manzaranız engin bir deniz, yemyeşil bir orman ya da kocaman bir dağ manzarası değil ama idare eder işte. İsterseniz, bu arada caddeden geçen arabaları sayabilirsiniz...
jkkk********
Bu arada acity yazısını ve oyuncakları çekerken fotoğraf çekmemem için uyarıldım. Bir türlü anlamıyorum bu uyarının anlamını. Dışarıda güvenlik görevlisi koşarak yanıma geldi ve "hanfendi burada fotoğraf çekmek yasak" dedi. Bende; acity ismini çekmemde nasıl bir sakınca olabilir. Herhalde bunun aynısından yaptırıp, evimde duvarıma asmayacağım dedim. Görevli hala dediğim dedik, lütfen çekmeyin dedi. Neyseki o bana doğdu koşarken, bir tane çekebilmişim. Gıcık güvenlikçi, asıl görevinin dışında herşeyden mesul...
klk*****
Oyuncak mağazasında ise yine oyuncakları çekerken; bir tane mağaza personeli "lütfen oyuncakların fotoğrafını çekmek yasak" dedi. Bende acayip şekilde sinirlenerek; "neden yasakmış, bütün bu oyuncakların aynısından yapıp, taklit ürünlerinizi mi satacağımı zannettiniz" dedim. Ama ikna olmadı. Ben o gelmeden, bir kaç tane çekmiştim zaten. Kısacası anlamsızca yasakları mantığım almıyor, kabul etmiyor bir türlü. Mesela; çok ünlü bir modacını dikmiş olduğu bir kıyafetin fotoğrafını çekmeye çalışırım da, anlarım o zaman yasaktır. Ya da bir takı tasarımcısının yaptığı bir takının fotoğrafını çekmeye çalışırım, bu da yasak olabilir. Bunları gayet normal karşılıyorum. Yasak olmalı, olması doğal. Ama benim çekmeye çalıştığım şeyler neden yasaktı ? Bir türlü anlayamadım. Anlayamadım ve çok sinirlendim...

Pet-Shop mağazasında ise fotoğraf çekebileceğimi , yasak olmadığını söylediklerinde çok şaşırdım ve inanamadım. Diğer yaşadığım olayı düşününce, aslında bu hayvanları çekmem yasak olmalıydı. Flaş hayvanları rahatsız edebiliyor çünkü. Çok sevindim ve çok şirin fotoğraflar çektim. Yukarıdaki "kalın dudaklı maviş balık" nasıl ama? çok güzel değil mi?


Akvaryumdaki balıkları seyretmeye bir türlü doyamadım. O kadar çok fotoğraflarını çekmişim ki, hangisini yayınlayacağıma bile karar veremedim. Çok zorlandım, çok...


Bana çok hüzünlü bakmıştı. Onu izlerken gözlerim doldu bir ara. İnşallah en kısa sürede biri onu alır ve yuvası, onu seven birileri olur diye dua ettim...

Bu da "çov çov" cinsi bir köpekcik. Henüz yavru. Ben eskiden büyük bir çov çov görmüştüm. Bayağı büyük bir köpekti. Hatta uzaktan onu, ayı yavrusuna benzetmiştim. Evde beslenecek bir köpek değil aslında. Ama ne tatlı. Kıyamam ona. Onuda hemen birileri alır inşallah...


Tavşanlar da çok güzeldi. Yumuşacık tüyleri vardı. Burunları sürekli oynuyordu. Çok güzeldi yaaaa...
Bir ara çok karasız kaldım. Acaba bunlardan iki tane alıp, beslesem mi ? diye düşündüm. Sonra vazgeçtim. Yine de, hala düşünüyorum. Bakımı çok zor değil. Ölme riskleri de azmış...


İguanalar, nasıl ama. Çok ilginç hayvanlar. Ben onları izlerken bir kere bile kıpırdamadılar. Hareketsizce öyle bakıp durdular. Aslında benim işime yaradı. Fotoğraflarını çekerken hiç zorlanmadım. Çok kolay oldu. Üzerinde durdukları şey ise, bir taş parçası. Onu elektrikle ısıtıyorlarmış.İguanalar meğersem sıcağı çok seviyorlarmış. Bu yüzdende oradan hiç ayrılmadılar. Sıcacık taştan vazgeçemediler. Geçen sene başka bir pet-shop da gayet büyük bir iguana görmüştüm. Çok değişik, çok güzeldi. Şimdi o kadar çok pişmanım ki, fotoğrafını neden çekmedim diye. Aşkımın cep telefonu ile çekebilirdim aslında. O zamanlar benim fotoğraf makinam benimle gezmiyordu da...

Aslında o gün AOÇ Hayvanat Bahçesi'ne gitmeyi istemiştim. Ama hava yağışlı ve soğuk olduğu için vazgeçmiştim. Bu pet-shop bana ilaç gibi geldi. Mini-minnacık bir hayvanat bahçesini gezmiş gibi oldum. Hiç de şikayetçi değilim, gayet de memnundum. Bir sürü de fotoğraf çektim...
uuumööşşşş*****
Ama bir tek kediler, minik-yavru kedilerden yoktu. Sadece ona üzüldüm. Bir de onlardan olsaydı, şöyle sıkıştıra, mıncıklaya sevseydim onları. Çok daha güzel, süper olacaktı...

6 Mayıs 2008 Salı

Hiç sebepsiz de olabilir...

Issız, sessiz yüksek bir dağın tepesinde ya da hiç kimselerin olmadığı bir çölde, adada ya da ne biliyim okyanusun tam ortasında olmam lazım. Yani hiç insan olmayan bir yerde tek başıma. Bunu istedim. Avazım çıktığı kadar, oradaki sonsuz boşluğa haykırmak, bağırmak, o sessizliği bozmak istedim. O andan sonraki rahatlamayı hissetmek, ohhh be dünya varmış demeyi istedim...

Hani küçücük çocuklar istedikleri olmadığı zaman, hatta ortada hiç bir şey yokken bile avazları çıktığı kadar bağırıp, ortalığı birbirine katarlar ya. Hani boğazlarındaki o damarlar şişer ve sesleri kısılır ya. İşte aynen onlar gibi. Hatta durduk yere, sebepsizce bağırmak istedim işte. İçimden böyle bir şey geçti. Eminimki yapsam çok rahatlayacaktım. Ama dediğim gibi hiç kimselerin olmadığı bir yer lazımdı. Nereden yaratıcaktım bu yeri bugün ?

Hayali bile güzeldi.O boşluğa, o sessizliğe haykırış, bağırış. Sadece sesim ve alabildiğine boşluk. Yaptığımı, haykırmamı kimseler duymıycak. Beni bunun için ayıplayıp, eleştirmeyecek. Arkamdan " bu herhalde delirmiş, kafayı yemiş" demiycek. Tanrım ne güzel olurdu. Bunu yapmam için illaki bir sebebim olması gerekmiyor bence. Hiç sebepsiz de olabilir, hatta daha bile güzel olur...

Bu arada unuttum bir şey var. Hayvancıklar, evet onlar beni, bağırmamı duyardı elbette. Ama nafile. Bunu kimselere anlatamıycaklardı. Sadece duyduklarıyla kalacaklardı...
jnkkljml*
Sebepsizce bağırmam, haykırmam lazım ama nerde, nerede?..




5 Mayıs 2008 Pazartesi

Bir mim ve üç kadın birarada...

İlk mimlenme olayım Sevgili Berrin'den.Dün yani pazar günü Berrincim beni mimlemiş. Konu da; yakınlarımız dışında bizi etkileyen, sevdiğimiz idol olarak gördüğümüz üç kadın hakkında bir şeyler yazmam. Allahtan beni fazla yormayacak bir konu olduğu için şanslıyım diyorum, buradan Berrin'e...
*****************
Aslında beğendiğim, sevdiğim, izlemekten, dinlemekten ve okumaktan çok zevk aldığım o kadar çok kadın var ki. Aslında arasından üç kişiyi seçmekte zorlandım. Belki de çok fazla düşünseydim karar verdiğim kişiler bile değişebilirdi. Bende fazla düşünmeden yazmaya karar verdim...
*******
İlk olarak Aydan Şener diyorum. Onu ilk olarak "Çalıkuşu" adlı dizi ile tanıdım. Onu o kadar çok sevmiştim ki o zamanlar. Çalıkuşunu izlerkende küçüktüm aslında. Aydan Şener'i beğenmem, onu tanımam böyle başladı ve devam etti. Halen de Türk Sineması'nda benim için yeri hep ayrıdır. Çok saygı duyduğum, oyunculuğunu çok takdir ettiğim bir sanatçı. Her zaman da öyle olacak...
İkinci olarak; ilk ünlü olmaya başladığı yıldan beri hep dinlediğim bir şarkıcı Britney Spears. Sesini, şarkılarını ve sahnedeki performansını çok beğeniyorum. Dinlemekten hiç bıkmayacağım bir sanatçı ve inanılmaz güzel de dans ediyor. Evlendikten ve iki çocuğunu dünyaya getirdikten sonra yaşadığı sorunlar hep basına yansıdı. Bu olanlardan dolayı asla onu kınamadım ve ondan soğumadım. O sadece çok erken yaşta ünlü ve çok zengin olmanın bedelini ödedi. Onun için herşey yoluna girer umarım. Benim için hiç bir sanatçı, "idol" değil aslında. Sadece beğeniyor ; zevk alarak dinliyor ve seyrediyorum. Çünkü onları tanımıyorum. Karakterlerini ve nasıl bir insan olduklarını bilmiyorum. Bu yüzden de; tanımadığım biri benim idolüm olamaz diye düşünüyorum...

Üçüncü olarak ise, taaaa gençliğimden beridir onu inanılmaz beğenirim. O zamanlar "Zeki Triko"nun mankenliğini yapıyordu. Evet Cindy Crawford ya, hatırlar mısınız bilmiyorum ama ben çok iyi hatırlıyorum. Yazın yazlığımıza gittiğimizde meraklı kız arkadaşlarım "mayon ne marka" diye sorarlardı. Eğer mayon Zeki Triko ise acayip havalı olurdun. Şimdi anlatınca bu tür şeyler ne komik geliyor insana. Hey gidi günler, hey gidi Kumburgaz günlerim...
**
Ben Cindy Crawford'ı o yıllardan beri tanıyorum. Zaten sonra çok ünlü bir manken oldu. Tüm dünya onu tanıdı. Sonra Richard Gere ile dört yıllık süren bir evlilik yaptı ve boşandılar. Şu anda evli ve çocukları var. Çocukları için kariyerinden vazgeçip, mankenlik mesleğini bıraktı. Bir de sanırım "Fair Game" adlı bir filmin başrolünde oynamıştı. Bu filmdeki oyunculuğunu ben beğenmiştim. Ama her nedense sinema kariyerinde pek başarılı olamadı. Kısacası; "yeniden dünyaya gelsen, yine kendim gibi olmak isterim" dışında, kime benzemek, kimin gibi olmak istersin deselerdi bana; hiç düşünmeden cevabım sadece "Cindy Crawford" olurdu. O kadar hayranım ona. Neden?diye soracak olursanız, nedenini bilmiyorum...

4 Mayıs 2008 Pazar

Pilim bitti:))

Bir aydır şu iki dekorasyon dergimi okuyamadım gitti. Mayıs ayı geldi, yeni sayıları çıktı. Ben hala nisanı okuyacağım. Bu bloğu açtığımdan beri yani üç aydır; ne kitap, ne de dergi yüzü görmüyorum. Bunların yerine blog yazarlarını okuyorum desem. Bu arada kendim de yazıyorum tabii. Ama kitap okumayı çok özledim...
******
Dergilerimi bugün kesin okuyacağım, azimliyim yani. Hiç bir şey yapmadan, sadece bunları okumak, fotoğraflarına bakmak ve yanında sıcak birşeyler içmek istiyorum...
******

Kısacası; beynimi dinlendirmek istiyorum bugün. Pilim bitti, nede olsa her pazar olduğu gibi. Kimse aramasın, kimse sormasın beni. Beynimle birlikte yalnız kalmak istiyorum desem...


3 Mayıs 2008 Cumartesi

Kararsızım yine, hem de ebrulice...

Yine hafta sonu, yine geldi işte,
Yine bir şeylere yetişmem, koşturmam lazım,
Yine erken kalkmam lazım,
Hafta sonuna sıkışan istekleri, gezmeleri, alış-verişi,
Yerine getirmem için, bunu yapmam lazım,
Sabah erkenden kalksam,
Gün ölmeden, öğlen olmadan uyansam,
Yetişmek istiyorum yaaa, onca şeye, hepsine birden,
Yine kalktım işte erkenden,
Oysa; gözüm hala yatağımda, yastığımda,
Baktım; kararsız kaldım bir an, sonra,
Neyse boş ver,
“Önümüzdeki hafta sonu uyursun”, dedim içimden,
Bir saat yürüsem,
Yok önce bir şeyler yesem,
Tamam önce kahvaltı, sonra biraz dergi karıştırsam,
Yok önce bir banyo, sonra rahatlasam ve kahvaltı etsem,
Yok, hayır…
Televizyonun karşısında, kahvaltı yapsam,
Arkasından bir sütlü nescafe içsem,
Büyük bir hızla kanalları gezsem,
Vazgeçtim, işte…
Önce banyo, sonra gidip saçıma dümdüz fön çektirsem,
Uçuşan düz saçlarımla eve gelip, güzel bir kahvaltı etsem,
Sonra şöyle bir TV, biraz dergi, gazete filan okusam,
Hayır, hayır olmaz,
Hani yürüyecektim, hızlı tempo en az 45 dakika,
Olmadı işte, önce yürüsem,
Sonrada bir banyo, hemencecik bir şeyler yesem,
Arkasından bir kuaför, bir düz fön çektirsem,
Kendimi dışarı, temiz havaya atsam,
Bir güzel gezsem, baksam, alsam,
Tamam, buldum. Ben en iyisi,
Bu kadar kararsızlığın içinde,
Hiç yataktan kalkmasam,
Hiçbir şey yapmasam,
Yemeden, yıkanmadan, içmeden, okumadan, izlemeden, yürümeden, gezmeden,
Buracıkta, tam şuracıkta uyuyuversem,
Sadece, uyusam,
Hiçbir şey yapmadan, düşünmeden bir hafta sonumu,
Sadece uyuyarak geçirsem,
Ne olurdu sanki ?
Dünyanın sonu mu gelirdi?
Hayır, gelmezdi,
Sadece; Pazartesi ile başlayan o hafta var ya,

O hafta, o beş iş günü,
Ben gezmesem, dışarı çıkmasam, hava almasam,
Acaba benim için nasıl geçer, nasıl biterdi o beş gün?

1 Mayıs 2008 Perşembe

Biraz mavi, biraz su & eeee biraz da balıklar...

Biraz mavilik, biraz su, biraz da rengarenk canlıları görelim diye; üç hafta kadar önce çektiğim akvaryumdaki balıkların görüntülerini yayınlamak istedim. Her ne kadar; denizlerin engin derinliğindeki, görüntüler gibi olmasa da, yine de insanı dinlendiren bir olay şu akvaryum işi. Seviyorum büyük, dev gibi akvaryumları ve içinde yüzen cins cins, rengarenk o balıkları. Evimde olmasını istediğim şeylerden biriside dev gibi bir akvaryumdur. Ama evde ne ona yer var, ne de böyle bir şeyin maliyetine. Çünkü ben öyle orta boy ya da küçük bir akvaryum istemiyorum. Yoksa şimdiye kadar çoktan bir akvaryumum ve bir sürü balıklarım olmuştu...

Bir filmde izlemiştim. Adamın evinde, gayet büyük bir salonu ve salonun bir köşesinden diğer köşesine kadar, boydan boya bir akvaryumu vardı. Ama inanılmaz güzellikte bir şeydi. Devasa büyüklükte, masmavi bir akvaryum. Herhalde benim evimde öyle bir akvaryum olsaydı; ben karşısından ayrılıp da; evde hiç bir şeyle uğraşamaz, ilgilenemezdim. O balıkların suyun içinde yüzmelerini, müthiş güzelliklerini izlemekten hiç bir şeye vakit bulamazdım herhalde. Çok seviyorum balıkları seyretmeyi, onların inanılmaz renklerini tek tek incelemeyi. O kadar güzel yaratıklar ki, mübarekler...

Bu bahsettiğim akvaryum, Panora AVM'nde. Karşılıklı iki tane, gayet büyük bir akvaryum yapılmış. İçinde yavru köpek balıkları bile vardı. Diğer balıklar da çok ilginçti. Bana yakın bir AVM olmadığı için, çok sık gidebileceğim bir yer değil. Ama yakın olsaydı eğer; o akvaryumdaki balıkları izlemek için kesin sık sık giderdim...

Olan oldu işte, görüntüler nerede ?

Gördüğünüz gibi video görüntüsü filan yok...

Niye mi yok ?..

Benim yüzümden yok. Benim hafiften bu işleri bilmememden, acemiliğimden tabiki de...

Çünkü; benim fotoğraf makinem ile çektiğim görüntünün kalitesi 50MB'dan yüksek olduğu için, blogger aktarmayı yapamadı. Kabul etmedi ve iptal etti. Dolayısıyla makinenin netlik ayarını azaltmam gerekirmiş.Daha önce bloğuma video görüntüsü aktarmadığım için bunu bilmiyordum. Biraz geç öğrenmiş oldum. Ama "tam öğrendim" diyebilirim...

Aslında acayip sinirlendim bu işe. Ama elimden bir şey gelmiyor. En çok da; akvaryumdaki o güzel balıkları gösteremediğime üzüldüm. Ben yazımı yazarken, video görüntüleri aktarılmaya çalışıyordu. Ben de yazmaya devam ettim. Ama sonuçta, görüldüğü üzere sadece yazılarım var. O masmavi suda yüzen, o rengarenk balıklar yok işte, yoooookkkkkkk !..

Üzgünüm !..

Sanırım bu durumda size, hayal etmek düşüyor. Haydi hayal gücünüzü birazcık zorlayın. Bakalım kaç tane masmavi sularda yüzen balık görebileceksiniz ?

Kaç tane inanılmaz güzellikte ve renkte balıklar?

Ben hayal etmeyeceğim. Doğruyu söylüyorum. Bana kızmayın lütfen...

Çünkü bilgisayarımda bu görüntüler hala duruyor. Hem de inanılmaz güzellikte ve çok net...