22 Ağustos 2008 Cuma

Sevgili krepim ve doğal marmelatım benim...

Dün akşam; eve girer girmez soluğu, mutfak da aldım. Çok mu susadın diyeceksiniz belki ama hayır susamadım. Bir anda işten eve dönerken, servisin içindeyken canım krep çekti. Evet ya krep. Bayılırım krepe. Ara sıra evde yaparım. Her ne kadar; yazın gittiğim otellerde ki aşçıların yaptığı kadar güzel olmasa da, benim yaptığım bana yetiyor...klşii

Başladım işe. Çok kolay ya. Biraz un, iki adet yumurta, göz kararı süt, bir tutam tuz, bir tutam şeker ve bir tutam karbonat. İşte bu kadar. Hepsini çırpma telimle, bir çırpıda karıştırıyorum. Teflon tavayı azıcık yağlayıp, bir ölçü kepçe ile krep malzemesini kızgın tavaya akıtıyorum. Orta ateşte hemencecik, iki tarafını da kızarıncaya kadar pişiriyorum. Yapımı o kadar kolay ki. Üzerine ise "doğa" adında, resmen ev yapımı marmelatımı sürüyorum. Bu marmelatın içinde ne şeker var, ne de katkı malzemesi. %100 doğal, ev yapımı bir ürün yani. Kesinlikle tavsiye ederim. Bütün marketler de bulabilirsiniz. Benim kullandığım; erik ve elmadan yapılmış olanıydı. Ama kızılcık, kuşburnu, böğürtlen vs. gibi daha bir çok çeşitleri var. Ben doğa'nın kızılcık ve kuşburnu marmelatını da denedim. İkise de çok güzeldi...
kljlkjlddjjl****
Bu marmelatların yapımında şeker yerine, elmanın suyunu kullanıp, marmelata şeker tadını bu şekilde veriyorlarmış. Bu yüzden; beyaz şeker içermediği için diabetlilere de uygun bir marmelat. Ama aşırıya kaçmamak şartıyla. Mutlaka denemelisiniz derim. Ben çok sevdim de. Doğal ya, beyaz şeker içermiyor ya, bayıldım ben buna...

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Güzel mi, güzel bir fotoğraf...

Yukarıdaki fotoğraf bana ait değil, ben çekmedim, şimdiden söyleyeyim. Bana ait değil ise, kime mi ait?..
.

Tanıdığım birine, eşimin abisine ait. Kendisi bu kareyi, geçen hafta çekmiş. Yeni bir fotoğraf. Bilgisayarında çektiği fotoğraflara bakarken çok hoşuma gitti. Kendisinden; bu fotoğrafı mail adresime göndermesini istedim. İnanılmaz güzel bir ışık ve manzara yakalamış. Gerçekten ben çok beğendim...
.
Fotoğraftakiler kimler mi?..
.
Bu fotoğraftakiler tanımadığım kişiler değil. Böyle olması da çok güzel. Eşimin kızkardeşi ve onun oğlu. Onların bile haberi yokmuş, bu fotoğraf çekilirken. Ama inanın; bu fotoğrafı onlardan ziyade ben daha çok beğendim...
.
Ya, siz beğendiniz mi?..

12 Ağustos 2008 Salı

Marmaris'i özledim...

Bu manzaraya bakıp da aşık olmamak elde değil. Böyle bir yerde yaşasam hiç yaşlanmam...

Otelde bulunan bu bilgisayar bölümüne bayıldım. Daha önce bu kadar modern bir bilgisayar kullanma takımı görmemiştim. Tasarım harika. Eve de böyle bir şey alsak ne güzel olurdu. Değil mi aşkım?.. (Cevabı: "evet" olmalı)
Odanın manzarası nasıl ama? Ben böyle bir manzaraya bakan odada bir ömür yaşayabilirim. Kesinlikle bıkmam, sıkılmam...

Fotoğraflardaki oteli Jolly Tur’da gezinirken keşfettim. Marmaris’de kurulmuş süper bir tesis. Beğenenler ve gitmek isteyenler olursa diye otelin adı: “Club Resort Select Maris”. Yaz tatiline gitmek için geri sayıma başladım. İnşallah kısa bir süre sonra tatilime, denizime, kumuma, açık büfe yemeklerime kavuşacağım. Bu yıl biraz geç kaldık. Artık çok bunaldım, bir an önce gitmek; denizin masmavi sularında kaybolmak, bıkıncaya kadar sudan çıkmak istemiyorum…

Yukarıda ki tesisi çok beğendim. Gitsem kesinlikle hiçbir sorun yaşamadan, memnun kalacağıma eminim. Ama ne yazık ki; bu tesisi çok geç buldum. Marmaris’e kesinlikle Eylül ayında gidilmeli. Bu konuda acayip tecrübe kazandım da. Marmaris’e ilk 2001 yılının eylül ayında, hatta 11 Eylül’de gittim. Newyork’da ki İkiz Kulelerin yıkıldığı, o felaketin yaşandığı anda ben otele giriş yapmıştım. O yüzden gittiğim tarihi hiç unutmuyorum. Neyse Eylül ayının ortalarında deniz inanılmaz ılıktı. Hiç üşümeden uzun süre denizde kalabiliyorduk. Daha sonra Marmaris’e ikinci gidişim ise 2004 yılında oldu. O sene Temmuz ayının ortalarında gitmiştik. Gittiğimize çok pişman olduk. Çünkü; denizi acayip serindi. Ben normalde sıcak yerine serin deniz suyunu severim. Ama ben bile inanın giremedim. Girsem dahi on beş dakika bile zor dayanıp, ayaklarım çok üşüdüğü için denizden çıkmak zorunda kalıyordum. Bizi bu konuda hiç uyaran olmamıştı. Yani; “Eylül ayından önce Marmaris’e gitmeyin sakın, yoksa denizinde donarsın, çok serin olur denizi” diye. Acayip bir tecrübe edindik; aşkım ve ben. Asla Eyül ayından önce Marmaris’e gitmem. Bunu geç de olsa öğrendim. Buradan ilgilenenlere duyurulur…

Marmaris’i çok özledim aslında. En beğendiğim tatil beldesi orası. Özellikle de Marmaris’in İçmeler mevkii. Marmaris’in içindeki deniz girilemeyecek kadar pisti. Ama İçmeler koyu 15-20 dk. mesafede olmasına karşın denizi tertemiz, pırıl pırıldı. Çok özledim oraları. Özellikle de dağlarla çevrili olması, denizin enginliği ile dağların o kocaman kasvetinin birleşmesi çok güzel. Seviyorum ve çok özlüyorum Marmaris’i…

Belki de; Ramazan Bayramı tatilinde yukarıda ki otele gitmek kısmet olur. Eğer siz gitmeyi düşünürseniz kesinlikle Eylül ayında gidin. Çünkü Marmaris’in denizi ancak ısınıyor. Ama benim gibi deniz kuşu değilseniz; o zaman hiç fark etmez her an gidebilirsiniz…

5 Ağustos 2008 Salı

Cinsi Pug, adı "Junior"...

Uzun zaman oldu biliyorum. Her gün "bugün mutlaka bloğuma bir şeyler yazacağım" dedim ama başaramadım. Olmadı, yapamadım ya da vakit bulmayı beceremedim. Ne derseniz deyin, ama yazmayı çok istediğimi ve yazamadığımı bilin, benim için yeterli. Bu arada okumak isteyip de; okuyamadığım takip ettiğim bloglarda yazılan yazılar da birikti. Nasıl okuyacağım, nasıl zaman yetecek bilmiyorum...

.
İş yerinde işler acayip yoğundu. Üç hafta boyunca çok yoruldum, bunaldım. Geceleri geç çıktık işyerinden (fazla mesai yaptık hehehehe!..) Neyse artık bitti ve rahatladık, rahatladım...
.
Bu arada kızkardeşim Ankara daydı. Eşimin kızkardeşi de Ankara'ya geldi. Bu yüzden de yazmaya hiç vakit bulamadım. Onlarla olmak çok güzel. Çok özlüyorum her ikisini de. Keşke Ankara'da yaşasalar! Duydunuz mu beni? Banu ve Deniz sizlere sesleniyorum. Ankara'ya taşının, aramızdaki uzak mesafelerden nefret ediyorum. Çok güzel yaşanılan günlerden ve beraberliklerden sonra "veda etmekten" nefret ediyorum. Bu beni her seferinde çok üzüyor, mahvediyor. Kardeşimin ve yeğenlerimin gitmesine çok az kaldı. Geri sayım başladı. Üzülüyorum işte...


Tanıştırmayı unuttum, afedersiniz! Yukarıdaki beyfendinin adı: "Junior". Kendisi kızkardeşimin köpeği. Onlarla birlikte Antalya'dan geldi. Kardeşim bende kalırken, o da bizde kaldı. Çok uysal, çok tatlı bir şey. Onunla ilgili bir yazım vardı. Baktım da; 8 Şubat tarihinde yazmışım o yazıyı. Okudum, çok hoş. Eski yazılarımı ara sıra okumak da iyi oluyormuş, tavsiye ederim, blog sahibi arkadaşlarıma. Sizler de arada sırada şöyle bir bakın, göz gezdirin eski yazılarınıza, çok keyifli oluyor...
.

Junior o kadar şeker ki! Onu da çok özleyeceğim. Bir sürü fotoğrafını çektim. Sizler için sadece iki tane yeter diye düşündüm. Junior' ın tek kusuru: acayip bir şekilde tüyleri dökülüyor. Kardeşim bunun için en iyi ilaçları ona verdiği halde, yine de buna engel olamıyor. Bu tüy olayı beni rahatsız etti. Her gün bunun için evin her yerini süpürebilirsiniz. Ben yapamadım ama, inanın bunu yapmayı çok istedim. Ama uzun bir süre onu göremezsem eğer, tüylerinin dökülmesini bile özleyip, bunu bile arayacağım. İşte ben sadece seviyorum o kadar. Asla kedi ya da köpek besleyemiyorum. İstiyorum, sonra her defasında vazgeçiyorum. Bir canlının sorumluluğunu alamıyorum. Bu benim için çok zor bir karar. Sadece seveyim yeter! İlgilenmek, bakmak bana çok zor geliyor...